18 Mayıs 2011 Çarşamba
BAHÇELİ'DEN İSTİFA RESTİNE REST:
“ŞANTAJA BOYUN EĞMEYECEĞİZ, KİMSE İSTİFA ETMEYECEK. KİM ELİNDE NE VARSA AÇIKLASIN!”
Ellerinde 6 MHP'li ismin daha kaseti olduğunu iddia eden ve Bahçeli ile birlikte o MHP'lilerin de istifa etmesini isteyen internet sitesine MHP liderinden yanıt geldi: "Tehdit ve şantaja boyun eğmeyeceğiz..."
MHP Genel Başkan yardımcılarının görüntülerini yayınlayarak istifalarına neden olan internet sitesi son dakika resti çekti ve ellerinde 6 MHP'li üst düzey ismin videolarının olduğunu iddia etti. Site, Bahçeli ve kasetleri olan 6 ismin istifa etmesini istedi, aksi takdirde görüntüleri yayınlayacağını belirtti.
BAHÇELİ: KİMSE İSTİFA ETMEYECEK
'İstifa restine' MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'den cevap geldi. Bahçeli,
''Tehdit ve şantaja boyun eğmeyeceğiz. Kim elinde ne varsa açıklasın. Yel kayadan bir şey alamaz. Arkadaşlarımızla yola devam edeceğiz. Bundan sonra kimse istifa etmeyecek. İstifa ederlerse de kabul etmem. MHP lideri olarak görevimin başındayım. Milletvekilleri ve divan üyeleri de görevlerinin başında'' dedi.
Hürriyet
www.turktime.com - 18 Mayıs 2011 - 14:03
'HESAP UZMANI YALAN UZMANI OLDU'
Başbakan Erdoğan Tokat'ta yaptığı konuşmada 'Hesap uzmanı olarak işe başlamış ama sonunda iyi bir yalan uzmanı olup çıkmış' diye konuştu.
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Tokat Cumhuriyet Meydanı'nda partisince düzenlenen mitingde vatandaşlara seslendi.
Merkez Bankasının kasasında Devlet Bahçeli'nin Başbakan Yardımcılığı döneminde 27.5 milyar dolar bulunduğunu, bu rakamı 95 milyar dolara çıkardıklarını söyleyen Erdoğan, şunları kaydetti:
''Fakat şimdi bu paraya anlıyorum ki Kılıçdaroğlu da sulanmış. 'Nasıl olsa kasa dolu' diyor, 'bu kasadan dağıtırım' diyor. Dağıtamazsın, benim milletim zaten sana böyle bir primi asla vermez. Çünkü sizin geçmişinizi, cemaziyülevvelinizi benim milletim çok iyi biliyor. Bu CHP varya bu CHP, şimdi onlara akıl hocalığı yapan zat, Sayın Demirel ne diyor biliyor musunuz, 'Bu CHP'nin iktidarında ineğin sütü kurur'' diyor. Maşallah şimdi el ele kol kola yürüyorlar, bayağı iyiler. Bunlar karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar. Hesap uzmanı olarak işe başlamış ama sonunda iyi bir yalan uzmanı olup çıkmış. Biliyorsunuz CHP'nin bir milletvekili çıktı, 'Dersim'de tabii ki analar ağlayacaktı' dedi. Bay Kemal ne yaptı? O milletvekiline gereğini yapsın dedi. Ardından zılgıtı yedi, kendisine sus denildi, Dersim olayının üzerini kapattı gitti. CHP Genel başkanı için artık u dönüşü kavramı yetmiyor. S dönüşü bu s dönüşü. Yürüyen yalan hafif kalıyor, koşan yalan hafif kalıyor, CHP Genel Başkanı artık zıplayan yalan, uçan yalan uçan.''
1987 yılında İstanbul'da genel seçimler için çok yoğun bir çalışma yürütürken Tokat Zile'den bir konferans daveti geldiğini, yoğun bir çalışma ortamı olmasına rağmen daveti yapanları kıramadığını ve bu ilçeye yola çıktıklarını belirten Erdoğan, Gerede'de mola verdikten sonra tekrar yola koyduklarını anlattı. Önlerindeki kamyonu geçtikten sonra karşıdan gelen bir otobüs ile çarpıştıklarını kaydeden Erdoğan, anısını şöyle anlattı:
''Şoför arkadaş frene basınca, sabahın o buzlanmadan dolayı araba savruldu, önce bariyerlere çarptık, döne döne sonra gittik otobüsle çarpıştık. Öyle ambulans filan yok, hak getire. Arkadaşlar baktı mecal yok. İki araba bulundu, Gerede'ye geldik. Oradaki hastane yetersiz. Bir ambulansla Bolu'ya gönderildik. 5'imizi balık istifi gibi üst üste koydular. En kötü durumda olanın yanına bile hemşire filan vermediler. Ambulansın içinde serum şişeleri, sağlam arkadaşımıza verildi. Yaralıyız, hastaneye vardık, Yaralıyız, kırıklarımız var... Bize ne sordular biliyor musunuz? Emekli Sandığı mı, SSK mı? Yahu yaralıyız. 'SSK'lıyız' dedik, bunu öğrenince dediler ki 'biz bakamayız'. Oradan SSK Hastanesine gittik. Biz, bu ülkede büyük çileler çekmişiz, biz damdan düştük, bu ülkenin acılarını yaşayarak büyüdük. İstedik ki bizden sonrakiler o acıları yaşamasın; istedik ki gençler, çocuklar, bu çileyi çekmesin. Bakın şimdi size bir başka olay anlatıyorum: 1987 Türkiye’sinden değil, 2011 Türkiye’sinden, Tokat'tan bir olay anlatıyorum. Geçtiğimiz günlerde Tokat'ta İsmail Yurtnaç isimli bir vatandaşımızın babası kalp krizi geçiriyor. Tokat Devlet Hastanesinin yoğun bakımına kaldırılıyor. Öyle 'SSK mı, Emekli Sandığı mı' diye sormak yok. Öyle 'zengin misin, fakir misin' diye sormak yok. İster özel, ister devlet... Kapıdan kim girerse hizmet verilecek. Hastanede kendisiyle ilgileniyorlar... Bakıyorlar ki durumu kritik, hemen hava ambulansını devreye alıyorlar.
Bir ambulans, amcamızı alıyor, doğru Ankara'ya götürüyor. Sadece 2 saat. 2 saatte Ankara'da tam teşekküllü hastanede gereken yapılıyor. İsmail kardeşimiz de bizim için 'Allah razı olsun' diyor. Var mı ötesi? Var mı bundan öte paye?
Bizim SSK'lı olduğumuz için yaralı halde hastane hastane dolaştığımız günlerden, hastaların Tokat'tan Ankara'ya helikopterle hastaneye ulaştırıldığı günlere geldik. İşte bizim istediğimiz bu. Biz, bu ülkedeki her bir vatandaşımız en iyi imkânlardan faydalansın istiyoruz. Çocuklarımız en iyi imkânlarla donatılmış okullarda okusunlar diye bu gayreti ortaya koyuyoruz, bölünmüş yolların durumu ortada, konforla ve güvenle yolculuklarını yapsınlar diye hastalandıklarında da en iyi sağlık hizmetini alsınlar istiyoruz.''
8,5 yıldır bunun için mücadele verdiklerini anlatan Başbakan Erdoğan, bunun için Türkiye'yi her alanda adeta yeni baştan inşa ettiklerini dile getirdi. Tokat' yapılan hizmetlerle ilgili rakamlarla bilgiler de veren Başbakan Erdoğan, Tokat'ta 1000'in üzerinde yeni derslik yaptıklarını, 190 milyon liralık yatırım yaparak Tokat'ın merkezini ve ilçelerimizi sağlık kuruluşlarıyla, modern cihazlarla donattıklarını kaydetti.
İktidarı, MHP, DSP, ANAP'tan aldıklarını anımsatan Erdoğan, hükümet olduklarında Türkiye'nin milli gelirinin 230 milyar dolar olduğunu, bugün rakamın 740 milyar dolara ulaştığını ifade etti. Başbakan Erdoğan, devletin borçlanma faiz oranını yüzde 63 iken bugün yüzde 7-8 oranına gerilediğini anlattı. Aradaki bu farkın yıllarca vatandaşın cebinden çıktığını anlatan Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
''Şimdi bu para cebinizde kalıyor. Enflasyon yüzde 30'du, şimdi yüzde 4. Aradaki fark kimin cebinde kalıyor? Tokatlı vatandaşımın cebinde kalıyor. Bu enflasyon canavarı, bizi yeyip bitiriyordu, bunlardan kurtulduk. Daha güzel olacak inşallah. Eğitim alanında Türkiye genelinde 163 bin derslik yaptık. Eğitimde Tokat'ta yaptıklarımız nedir? Tokat'ta 8,5 yılda bin 153 dersliğin yapımını tamamladık. Akıllı tahtalara geçiyoruz, kara tahtaları bırakıyoruz. Akıllı tahtalar, bilgisayar donanımlı olacak. Dünyayla internet ağı ile bağlı olacak. Tüm öğrencilerimize elektronik kitap dağıtacağız, e-kitaplar ücretsiz olarak bütün öğrencilerimize dağıtacağız. Bütün müfredat bunun içinde var.
İlköğretimde, yoksul olanlara erkeklere 30, kızlara 35 lira veriyoruz; ortaöğretimde erkeklere 35, kızlara 45 lira veriyoruz. Bizden önce üniversitelerde 45 lira verilirken biz şimdi 240 lira veriyoruz.''
'SSK Genel Müdürlüğü'nde anamızı ağlattın'
Sağlık alanındaki icraatı da anlatan Başbakan Erdoğan, artık vatandaşın istediği hastaneye gidebildiğini anlatarak, ''Bundan önce böyle bir şey var mıydı? İstediğiniz eczaneden ilacınızı alıyor musunuz? Bay Kemal'e sormak lazım sen 8 sene SSK Genel Müdürlüğü yaptın. Senin SSK Genel Müdürlüğü'nde anamızı ağlattın anamızı... Doktor muayenehaneye çağırır, bizden parayı alır, ilaçlarımızı hastanede bulamayız, bütün bu çileleri yaşadık. Kelin ilacı olsa kendi başına sürerdi, şimdi çıkmış bol keseden atıyor'' dedi.
Seçime sadece 25 gün kaldığını belirten ve partililerden kapı kapı dolaşmalarını isteyen Başbakan Erdoğan, ''Hanım kardeşlerim durmayacağız. Bizden dinlediklerinizi duymayanlara ulaştırmanız lazım. Bu anamuhalefeti de yavru muhalefeti de anlatmanız lazım'' dedi. AA
http://www.timeturk.com/ - 18 Mayıs 2011 Çarşamba - 16:57
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Tokat Cumhuriyet Meydanı'nda partisince düzenlenen mitingde vatandaşlara seslendi.
Merkez Bankasının kasasında Devlet Bahçeli'nin Başbakan Yardımcılığı döneminde 27.5 milyar dolar bulunduğunu, bu rakamı 95 milyar dolara çıkardıklarını söyleyen Erdoğan, şunları kaydetti:
''Fakat şimdi bu paraya anlıyorum ki Kılıçdaroğlu da sulanmış. 'Nasıl olsa kasa dolu' diyor, 'bu kasadan dağıtırım' diyor. Dağıtamazsın, benim milletim zaten sana böyle bir primi asla vermez. Çünkü sizin geçmişinizi, cemaziyülevvelinizi benim milletim çok iyi biliyor. Bu CHP varya bu CHP, şimdi onlara akıl hocalığı yapan zat, Sayın Demirel ne diyor biliyor musunuz, 'Bu CHP'nin iktidarında ineğin sütü kurur'' diyor. Maşallah şimdi el ele kol kola yürüyorlar, bayağı iyiler. Bunlar karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar. Hesap uzmanı olarak işe başlamış ama sonunda iyi bir yalan uzmanı olup çıkmış. Biliyorsunuz CHP'nin bir milletvekili çıktı, 'Dersim'de tabii ki analar ağlayacaktı' dedi. Bay Kemal ne yaptı? O milletvekiline gereğini yapsın dedi. Ardından zılgıtı yedi, kendisine sus denildi, Dersim olayının üzerini kapattı gitti. CHP Genel başkanı için artık u dönüşü kavramı yetmiyor. S dönüşü bu s dönüşü. Yürüyen yalan hafif kalıyor, koşan yalan hafif kalıyor, CHP Genel Başkanı artık zıplayan yalan, uçan yalan uçan.''
1987 yılında İstanbul'da genel seçimler için çok yoğun bir çalışma yürütürken Tokat Zile'den bir konferans daveti geldiğini, yoğun bir çalışma ortamı olmasına rağmen daveti yapanları kıramadığını ve bu ilçeye yola çıktıklarını belirten Erdoğan, Gerede'de mola verdikten sonra tekrar yola koyduklarını anlattı. Önlerindeki kamyonu geçtikten sonra karşıdan gelen bir otobüs ile çarpıştıklarını kaydeden Erdoğan, anısını şöyle anlattı:
''Şoför arkadaş frene basınca, sabahın o buzlanmadan dolayı araba savruldu, önce bariyerlere çarptık, döne döne sonra gittik otobüsle çarpıştık. Öyle ambulans filan yok, hak getire. Arkadaşlar baktı mecal yok. İki araba bulundu, Gerede'ye geldik. Oradaki hastane yetersiz. Bir ambulansla Bolu'ya gönderildik. 5'imizi balık istifi gibi üst üste koydular. En kötü durumda olanın yanına bile hemşire filan vermediler. Ambulansın içinde serum şişeleri, sağlam arkadaşımıza verildi. Yaralıyız, hastaneye vardık, Yaralıyız, kırıklarımız var... Bize ne sordular biliyor musunuz? Emekli Sandığı mı, SSK mı? Yahu yaralıyız. 'SSK'lıyız' dedik, bunu öğrenince dediler ki 'biz bakamayız'. Oradan SSK Hastanesine gittik. Biz, bu ülkede büyük çileler çekmişiz, biz damdan düştük, bu ülkenin acılarını yaşayarak büyüdük. İstedik ki bizden sonrakiler o acıları yaşamasın; istedik ki gençler, çocuklar, bu çileyi çekmesin. Bakın şimdi size bir başka olay anlatıyorum: 1987 Türkiye’sinden değil, 2011 Türkiye’sinden, Tokat'tan bir olay anlatıyorum. Geçtiğimiz günlerde Tokat'ta İsmail Yurtnaç isimli bir vatandaşımızın babası kalp krizi geçiriyor. Tokat Devlet Hastanesinin yoğun bakımına kaldırılıyor. Öyle 'SSK mı, Emekli Sandığı mı' diye sormak yok. Öyle 'zengin misin, fakir misin' diye sormak yok. İster özel, ister devlet... Kapıdan kim girerse hizmet verilecek. Hastanede kendisiyle ilgileniyorlar... Bakıyorlar ki durumu kritik, hemen hava ambulansını devreye alıyorlar.
Bir ambulans, amcamızı alıyor, doğru Ankara'ya götürüyor. Sadece 2 saat. 2 saatte Ankara'da tam teşekküllü hastanede gereken yapılıyor. İsmail kardeşimiz de bizim için 'Allah razı olsun' diyor. Var mı ötesi? Var mı bundan öte paye?
Bizim SSK'lı olduğumuz için yaralı halde hastane hastane dolaştığımız günlerden, hastaların Tokat'tan Ankara'ya helikopterle hastaneye ulaştırıldığı günlere geldik. İşte bizim istediğimiz bu. Biz, bu ülkedeki her bir vatandaşımız en iyi imkânlardan faydalansın istiyoruz. Çocuklarımız en iyi imkânlarla donatılmış okullarda okusunlar diye bu gayreti ortaya koyuyoruz, bölünmüş yolların durumu ortada, konforla ve güvenle yolculuklarını yapsınlar diye hastalandıklarında da en iyi sağlık hizmetini alsınlar istiyoruz.''
8,5 yıldır bunun için mücadele verdiklerini anlatan Başbakan Erdoğan, bunun için Türkiye'yi her alanda adeta yeni baştan inşa ettiklerini dile getirdi. Tokat' yapılan hizmetlerle ilgili rakamlarla bilgiler de veren Başbakan Erdoğan, Tokat'ta 1000'in üzerinde yeni derslik yaptıklarını, 190 milyon liralık yatırım yaparak Tokat'ın merkezini ve ilçelerimizi sağlık kuruluşlarıyla, modern cihazlarla donattıklarını kaydetti.
İktidarı, MHP, DSP, ANAP'tan aldıklarını anımsatan Erdoğan, hükümet olduklarında Türkiye'nin milli gelirinin 230 milyar dolar olduğunu, bugün rakamın 740 milyar dolara ulaştığını ifade etti. Başbakan Erdoğan, devletin borçlanma faiz oranını yüzde 63 iken bugün yüzde 7-8 oranına gerilediğini anlattı. Aradaki bu farkın yıllarca vatandaşın cebinden çıktığını anlatan Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
''Şimdi bu para cebinizde kalıyor. Enflasyon yüzde 30'du, şimdi yüzde 4. Aradaki fark kimin cebinde kalıyor? Tokatlı vatandaşımın cebinde kalıyor. Bu enflasyon canavarı, bizi yeyip bitiriyordu, bunlardan kurtulduk. Daha güzel olacak inşallah. Eğitim alanında Türkiye genelinde 163 bin derslik yaptık. Eğitimde Tokat'ta yaptıklarımız nedir? Tokat'ta 8,5 yılda bin 153 dersliğin yapımını tamamladık. Akıllı tahtalara geçiyoruz, kara tahtaları bırakıyoruz. Akıllı tahtalar, bilgisayar donanımlı olacak. Dünyayla internet ağı ile bağlı olacak. Tüm öğrencilerimize elektronik kitap dağıtacağız, e-kitaplar ücretsiz olarak bütün öğrencilerimize dağıtacağız. Bütün müfredat bunun içinde var.
İlköğretimde, yoksul olanlara erkeklere 30, kızlara 35 lira veriyoruz; ortaöğretimde erkeklere 35, kızlara 45 lira veriyoruz. Bizden önce üniversitelerde 45 lira verilirken biz şimdi 240 lira veriyoruz.''
'SSK Genel Müdürlüğü'nde anamızı ağlattın'
Sağlık alanındaki icraatı da anlatan Başbakan Erdoğan, artık vatandaşın istediği hastaneye gidebildiğini anlatarak, ''Bundan önce böyle bir şey var mıydı? İstediğiniz eczaneden ilacınızı alıyor musunuz? Bay Kemal'e sormak lazım sen 8 sene SSK Genel Müdürlüğü yaptın. Senin SSK Genel Müdürlüğü'nde anamızı ağlattın anamızı... Doktor muayenehaneye çağırır, bizden parayı alır, ilaçlarımızı hastanede bulamayız, bütün bu çileleri yaşadık. Kelin ilacı olsa kendi başına sürerdi, şimdi çıkmış bol keseden atıyor'' dedi.
Seçime sadece 25 gün kaldığını belirten ve partililerden kapı kapı dolaşmalarını isteyen Başbakan Erdoğan, ''Hanım kardeşlerim durmayacağız. Bizden dinlediklerinizi duymayanlara ulaştırmanız lazım. Bu anamuhalefeti de yavru muhalefeti de anlatmanız lazım'' dedi. AA
http://www.timeturk.com/ - 18 Mayıs 2011 Çarşamba - 16:57
CHP GENEL BAŞKANI KILIÇDAROĞLU, TRABZON’DA HALKA SESLENDİ
CHP Genel Başkan Kılıçdaroğlu, bugün saat 13.00’de Akçaabat ve Saat 14.00’de Trabzon mitinglerinde halka seslendi.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Trabzon Valiliği Önü'nde düzenlenen mitingde, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yüklendi.
Kılıçdaroğlu, "Trabzon demek Trabzonspor demek. Bereketsiz bir iktidar olmasa çocuğuma bakamıyorum param yok çocuğu okutamıyorum demez millet. Aile sigortası CHP'nin yarattığı bir olaydır. Kömür aldılar kömür dağıttılar. Kömürde yaptıkları yolsuzluk 1 milyar dolardan fazladır. Bu kardeşiniz yetki verin merak etmeyin gerisine hesabını soracaktır. Anneler size bir çift sözüm var size seçme seçilme hakkını getiren parti CHP'dir.
Aile sigortasıyla size okenomok güvence getiren partide CHP olacaktır. Bu ülkede hepiniz çoluk çocuk sahibisiniz. Anneler iktidar yapın CHP'yi bu ülkede hiçbir çocuk yatağa aç gitmesin."
"15 ay askerliğe önce 9 aya sonra 6 aya böleceğim" diyen Kılıçdaroğlu sözlerini şöyle sürdüdü: "Bedelli askerlikte olacak. Aldığımız parayı eğitime ve ihtiyaçlılara harcayacağız. Recep bey senin oğlun 21 gün askerlik yaptığın da senin hiç aklına gelmedi mi bu memleketi kim savunacak. Buradan diyorum biz bu memleketi savunmak için değil 9 ay 9 yıl askerlik yaparız. İman gücümüzle ülkemizi savunuruz" dedi.
Kılıçdaroğlu, "Onu Allah'a havale ediyorum. Rahmetli babam derdi ki, ‘oğlum sen doğru dur eğri belasını bulur’. O bakanın adını açıklamazsan ne namertliğimiz kaldı ne bir şey. Kul hakkı yiyen birini sen bakan yaptın. Diyorsun ki, şimdi onu listeye koymadım. Adam zaten dünyayı yedi. Niye arkasında duruyorsun onun. 12 Haziran, 12 Haziran, 12 Haziran'ı bekliyorum. Kul hakkı yiyenlerden hesap sorulacak tarih 12 Haziran. Trabzonlu kardeşim illaki bu pankartı oku diyor 'Recep Alex'i bakan yap' diyor" ifadelerini kullandı.
Kılıçdaroğlu, "Hiç bir öğrenci yurtsuz kalmayacak. Geniş bant internet erişimi olacak odalar iki kişilik olacak. Gençlerimiz rahat bir nefes alacak" dedi.
Kılıçdaroğlu, “Taşeron işçiliği bitireceğiz. Herkes örgütlü olacak. Örgütlü olacak ki sesi daha gür çıksın. Biz örgütlü toplumdan yanayız.”
“4-B ve 4-C garabetine, onun söylemiyle ucubesine son vereceğiz. 2-B arazilerini orman köylüsüne bedelsiz vereceğiz.”
“Okul var, öğrenci var; ama öğretmen okulla, öğrenciyle buluşamıyor. Halkın İktidarı’nda atanamayan öğretmen kalmayacak” dedi.
Başbakan’ın yalanlamasına ve ispata davet etmesine rağmen Kılıçdaroğlu;
“Şimdi Trabzon’dan bir kere daha soruyorum? Sen Ürdün’e devletin uçağıyla niçin gittin? Sen çıktın ‘Teke Tek’ programına çıktın, ‘o gezi resmi bir gezi değildir’ dedin. Eğer o gezi resmi bir gezi değilse, devletin uçağıyla neden gittin? Eğer tarihini unutmuşsa tarih de vereceğim. Bizim 2 vekilimiz soru önergesi verdiler. 2004 de yılında ‘özel işlerin için neden devletin uçağını kullandın’ dediler. İç tüzüğe göre 15 gün içerisinde cevap vermeli. Değil 15 gün, 15 yıl olsa cevap verebilir mi? Veremez bende biliyorum” dedi.
18 Mayıs 2011 - Çarşamba
Fotoğraflar: Haber61, Akçaabat Ajans
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Trabzon Valiliği Önü'nde düzenlenen mitingde, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yüklendi.
Kılıçdaroğlu, "Trabzon demek Trabzonspor demek. Bereketsiz bir iktidar olmasa çocuğuma bakamıyorum param yok çocuğu okutamıyorum demez millet. Aile sigortası CHP'nin yarattığı bir olaydır. Kömür aldılar kömür dağıttılar. Kömürde yaptıkları yolsuzluk 1 milyar dolardan fazladır. Bu kardeşiniz yetki verin merak etmeyin gerisine hesabını soracaktır. Anneler size bir çift sözüm var size seçme seçilme hakkını getiren parti CHP'dir.
Aile sigortasıyla size okenomok güvence getiren partide CHP olacaktır. Bu ülkede hepiniz çoluk çocuk sahibisiniz. Anneler iktidar yapın CHP'yi bu ülkede hiçbir çocuk yatağa aç gitmesin."
"15 ay askerliğe önce 9 aya sonra 6 aya böleceğim" diyen Kılıçdaroğlu sözlerini şöyle sürdüdü: "Bedelli askerlikte olacak. Aldığımız parayı eğitime ve ihtiyaçlılara harcayacağız. Recep bey senin oğlun 21 gün askerlik yaptığın da senin hiç aklına gelmedi mi bu memleketi kim savunacak. Buradan diyorum biz bu memleketi savunmak için değil 9 ay 9 yıl askerlik yaparız. İman gücümüzle ülkemizi savunuruz" dedi.
Kılıçdaroğlu, "Onu Allah'a havale ediyorum. Rahmetli babam derdi ki, ‘oğlum sen doğru dur eğri belasını bulur’. O bakanın adını açıklamazsan ne namertliğimiz kaldı ne bir şey. Kul hakkı yiyen birini sen bakan yaptın. Diyorsun ki, şimdi onu listeye koymadım. Adam zaten dünyayı yedi. Niye arkasında duruyorsun onun. 12 Haziran, 12 Haziran, 12 Haziran'ı bekliyorum. Kul hakkı yiyenlerden hesap sorulacak tarih 12 Haziran. Trabzonlu kardeşim illaki bu pankartı oku diyor 'Recep Alex'i bakan yap' diyor" ifadelerini kullandı.
Kılıçdaroğlu, "Hiç bir öğrenci yurtsuz kalmayacak. Geniş bant internet erişimi olacak odalar iki kişilik olacak. Gençlerimiz rahat bir nefes alacak" dedi.
Kılıçdaroğlu, “Taşeron işçiliği bitireceğiz. Herkes örgütlü olacak. Örgütlü olacak ki sesi daha gür çıksın. Biz örgütlü toplumdan yanayız.”
“4-B ve 4-C garabetine, onun söylemiyle ucubesine son vereceğiz. 2-B arazilerini orman köylüsüne bedelsiz vereceğiz.”
“Okul var, öğrenci var; ama öğretmen okulla, öğrenciyle buluşamıyor. Halkın İktidarı’nda atanamayan öğretmen kalmayacak” dedi.
Başbakan’ın yalanlamasına ve ispata davet etmesine rağmen Kılıçdaroğlu;
“Şimdi Trabzon’dan bir kere daha soruyorum? Sen Ürdün’e devletin uçağıyla niçin gittin? Sen çıktın ‘Teke Tek’ programına çıktın, ‘o gezi resmi bir gezi değildir’ dedin. Eğer o gezi resmi bir gezi değilse, devletin uçağıyla neden gittin? Eğer tarihini unutmuşsa tarih de vereceğim. Bizim 2 vekilimiz soru önergesi verdiler. 2004 de yılında ‘özel işlerin için neden devletin uçağını kullandın’ dediler. İç tüzüğe göre 15 gün içerisinde cevap vermeli. Değil 15 gün, 15 yıl olsa cevap verebilir mi? Veremez bende biliyorum” dedi.
18 Mayıs 2011 - Çarşamba
Fotoğraflar: Haber61, Akçaabat Ajans
17 Mayıs 2011 Salı
TRABZON BELEDİYESİ THM KOROSUNDAN 19 MAYIS KONSERİ
Trabzon Belediyesi Türk Halk Müziği Korosu 19 Mayıs Atatürk'ü anma ve Gençlik ve Spor Bayramı etkinlikleri kapsamında muhteşem bir konser verdi.
Trabzon Belediyesi Türk Halk Müziği Korosu, 19 Mayıs Atatürk'ü anma ve Gençlik ve Spor Bayramı etkinlikleri kapsamında 16 Mayıs 2011 Pazartesi Günü Saat 20.00'de Trabzon Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezinde muhteşem bir konser verdi.
Konsere Trabzon Belediye Başkan Yardımcısı Hüseyin Turan, Trabzon İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Bahri Haliloğlu, Gazeteci Yazar Kenan Aydoğdu, Gazeteci Yazar Refik Karaağaçlı, TRT Şube Müdürü Mustafa Güler, Trabzon Belediyesi Kültür Müdürü Murat Yeter ve Müdür Yardımcısı Cemil Uzun, Trabzon Sanayi Ticaret Odası Şube Müdürü Cengiz Akyüz ve çok sayıda müziksever vatandaş katıldı.
Şef İhsan Eyüboğlu yönetimindeki THM korosu seslendirdiği birbirinden güzel solo ve koro türkülerle izleyicilerden büyük alkış aldı.
Konserin sonunda Belediye Başkan Yardımcısı Turan, THM Koro Şefi İhsan Eyüboğlu'na çiçek takdim ederek, tüm koro elamanlarını tebrik etti.
Turan, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla tüm yurtta olduğu gibi Trabzon'da da çeşitli etkinlikler yapıldığını belirterek, belediye olarak düzenledikleri kültür ve sanat etkinlikleriyle bir uygarlık kenti olan Trabzon'un var olan misyonunu daha da yukarılara çıkarma amacında olduklarını söyledi. 17 Mayıs 2011 Salı
ATASU BARAJI’NDAN TRABZON’A İÇME SUYU VERİLMEYE BAŞLANDI
28 Aralık'tan bu yana su tutmaya başlayan Atasu Barajı’ndan Trabzon Şehrine bugün içme suyu verilmeye başlandı
Bugün (17.05.2011 Salı) Atasu Barajı’ndan Trabzon’a içme suyu verilmeye başlanması üzerine bir açıklama yapan Trabzon Belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, Trabzon’un ve çevre belediyelerin 50 yıllık su ihtiyacını karşılayacak olan Atasu Barajı’nı bitirerek hizmete sunmaktan dolayı mutluluk duyduklarını söyledi.
Trabzon Belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu şu açıklamayı yaptı:
“Salı gününden itibaren Trabzonlu vatandaşlarımız Atasu Barajı’nın suyundan içecek. Normal programda 2012 yılı sonunda bitirilmesi planlanan Atasu Barajı’nın bir yıl erken bitirilmesi için 2009 yılının ikinci 6 ayında 20 Milyon TL ek ödenek çıkarttık. Baraj için 2010 yılında kullanılmak üzere bütçeye 35 milyon TL ödenek konulmasını sağladık. 28 Aralık 2010 tarihinde su tutmaya başlayan Atasu Barajı’nda doluluk oranının yüzde yüze ulaşması nedeniyle daha önce Haziran ayında faaliyete sokmayı planladığımız Barajı, 17 Mayıs tarihi itibariyle hizmete sunuyoruz.
Vatandaşlarımıza verdiğimiz sözleri bir bir yerine getiriyoruz. Barajın erken bitirilmesinden dolayı verdikleri desteklerden dolayı Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’a, bakanlarımıza ve milletvekillerimize şükranlarımı sunuyorum” dedi.
SARKİSYAN, SONUNDA ÇİRKİN YÜZÜNÜ GÖSTERDİ:
Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, "Türkiye, Ermeni soykırımını tanıdığında gerçek bir barışma olacak. Soykırım tanınmazsa barışmak imkânsız. Gerçek bir barışma ancak pişmanlıktan sonra mümkün olur" şeklinde konuştu.
Moskova- Moskova News ile bir mülakat yapan Sarkisyan, Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, "Türkiye, Ermeni soykırımını tanıdığında gerçek bir barışma olacak. Soykırım tanınmazsa barışmak imkânsız. Gerçek bir barışma ancak pişmanlıktan sonra mümkün olur" şeklinde konuştu.
"Türkiye, Ermeni soykırımını tanıdığında gerçek bir barışma olacak. Soykırım tanınmazsa barışmak imkânsız. Türkiye ile ilişkileri onarmak, barışmak anlamına geldiğini düşünmek yanlış. Gerçek bir barışma ancak pişmanlıktan sonra mümkün olur" dedi.
Ermeni medyası tarafından yansıtılan açıklamalarında Sarkisyan, Türkiye ile ilişkiler onarılmadan Ermenistan için ekonomik büyümenin mümkün olup olmadığı yönündeki soruyu yanıtlarken de;
"Türkiye ile ilişkiler onarılmadan elbette ki açlıktan ölmeyiz. Türkiye ile bağları normalleştirmenin temel nedeni olarak ekonomik yönü görmüyoruz. Napolyon, bir ülkenin coğrafyasının, tarihini belirlediğini söylüyordu. Coğrafi kaderdir" ifadelerini kullandı. (radikal)
Kaynak: www.turktime.com - 17 Mayıs 2011 - 05.30
**
ÖNEMLİ NOT:
HERŞEYDEN ÖNCE GERÇEK SOYKIRIMCILAR;
TÜRK HALKINA HESAP VERMELİDİR
Şu insanlar ne kadar da ikiyüzlü, yalancı, riyakâr. Anadolu’yu işgal eden istilacı güçlerin en pis işlerini yaparak, Anadolu’yu Müslümanlardan temizlemek adına hunharca insanlarımızı işkencelerle katleden, testerelerle, baltalarla, süngülerle kesen, kadınlara işkence ederek tecavüz eden ve katleden, çoluk çocuk, kadın, ihtiyar demeden camilere, damlara istif edip yığarak ateşe veren, Anadolu’yu işgal gayesiyle Müslümanlardan arındırmaya yemin ederek, yaptıkları katliamlarla İnsanları yerlerinden yurtlarından eden ve bu olaylara şahit olan yabancı askerlerin, elçilik görevlilerin bile tanıklık ettiği katliamlar karşısında iğrendiği katil ermeni komitacıların yaptıkları katliamlara, soykırıma rağmen tarihi gerçekleri yalanlarla çarpıtarak, olayları ters düz etmeye çalışan ve bu yalanlarıyla bir şeyler koparmaya çalışan yüzsüz, yalancı insanların hiç utanması, sıkılması yok mudur?
Ya bu devleti idare edenlerin bu durumu bildikleri, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yüzlerce toplu Müslüman mezarlarına şahit olmalarına rağmen sırf bazı dış güçler istiyor, diye bu kadar utanmaz ve hayâsızca iddialarda bulunanlarla, Büyük Türk halkına rağmen kardeşlik türküsü söyleyenlerin yaptıkları girişimlere şaşmamak mümkün mü?
Onlar iğrenç yalanlara dayanarak bir şeyler istiyor da bu ülkede işgalci güçlerle birlikte hareket eden çeteci Ermeni katliamlarından Ermeni vatandaşlarımız dahil zarar gören insanların torunları olarak, hakkımızı kimden ya da kimlerden alacağız. Ermeni katliamlarından mağdur olanlar ve mağdurların torunlarına kim ya da kimler hesap verecek? Tarihi gerçekleri çarpıtarak uydurdukları yalanlarla ülkemize saldıranlara karşı bunu bilmek hepimizin hakkıdır.
Önce Anadolu’da ve daha dün de Karabağ’da, Hocali’de on binlerce insanı katleden, soykırıma tabi tutan, milyonlarca insanı muhacir yaparak perişan eden eli kanlı isyancı Ermenilerden, komitacı çetelerden ve Sarkisyan ve onun gibi düşünenlerden, diasporadan taviz vermek yerine hesap sorulmalıdır.
MEVLANACILIK, YUNUSCULUK “İSLAM’I YOKEDİYOR”
Araştırmacı Yazar AHMET MUSAOĞLU-09.05.2011
“SEVGİ” her şeyi ‘Tamir eder’, her ‘Yarayı iyileştirir’ deniliyor...
Bakınız bakalım siyasete…
“Sevgi” denilen “yapıştırıcı”
Kemal Kılıçdaroğlu’na Tayyip Erdoğan’ı niye sevdir(e)miyor?..
Ya da tersi…
Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu neden sev(e)miyor?..
Ve yahutta…
Devlet Bahçeli, Erdoğan’ı ve Kılıçdaroğlu’nu neden sev(e)miyor?
Bunun tersi de soru…
“Sevgi” denilen neyse o “her şey” ama,
“Nedense hiçbir işe yaramıyor”
Yok eğer “işe yarıyor” deniliyorsa,
“İyileştirmeli” değil mi “yaraları”
“Tamir etse ya kavgaları”
“İşe yaramıyor, tamir edemiyor”
Ülkemizin “yararı” ve “dirliği” için “görünmesi gerekiyor” ama,
“Siyasete (de) uğramamış, ortalıkta görünmüyor”
* * *
Ailelere de bakınız…
Evliliklerde “karı-koca” birbirlerini (neredeyse artık hiç) sev(e)miyor,
“Gelin” ‘Kayın Ana’ ve ‘Kayın Baba’yı sevmeyi bırakın,
“Görmeyi bile” istemiyor;
Çocuklar “Anne-Baba” takmıyor,
Anne-Baba ise, çocuklara “sabır taşırıyor”
Büyükanne ve Büyükbabalar “kocamışlardan”
“Sevgi” hep sahnede,
Hiç de inmiyor, ama,
Evlatlar ancak, Anne-Babalarını “Huzurevine yatırdıklarında” rahatlıyor!
Fakat, bu durum da “aileyi tutkallayamıyor” çünkü,
“Sevgi Seli” gelince, “Huzursuzluk” tüm aile bireylerine “yapışıyor”
* * *
Kamu ve özel işyerleri daha da şenlikli!..
“Amir Memurunu, Memurlar amirini”
Neredeyse tüm memurlar;
“Tayyipçiler”, “Kemalciler”, “Devletçiler”, “Demirtaşgiller”
Birbirlerini sevmiyor… Dahası…
“Bakkal Marketi”, “Müşteri Satıcıyı” sevmiyor…
Dahası da var, “kimseler kimsecikleri sevmiyor”
Tarafların birbirine itimatı da kaybolmuş,
“Menfaatçilik” almış başını gidiyor,
“Olumsuzluk” her şeyde, her yerde,
“Sevgi” “ortalıkta görünmüyor” ama,
“Huzursuzluk” her yerde, her şeyde görülüyor…
* * *
“Mahalle veya toplumsal hayat”
Ahlar, vahlar çekiliyor,
Arkadaşlıklar ölmüş, dostluklar göçüp gitmiş deniliyor,
“Daire kapıları birbirlerine bakanlar birbirini tanımıyor”
“Ölüler” bile evlerde, kimseciklerden habersiz (!),
Günlerce de yaşayabiliyor!
“Sevgi” HABİBAT(çılar) ile “gelmiş”
“Mahalle yapımızı” da yoketmek için gönderilmiş,
Hâl bu ama, “farkındalık” yaşanamıyor;
“Sevgi” denildikçe “ülkemiz/inancımız” yaşamı yokoluyor…
“Devlet Bireyden”, “Birey Devletten”, “Herkes birbirinden korkuyor”
“Siviller” ile “Sivil olmayanlar”, birbirlerini “görmek bile” istemiyor,
“Toplumsal bütünlük aranıyor ama”
Bulduğumuz “huzursuzluk” başka bir şey olmuyor,
* * *
“Sevgi” denildikçe “Sevgisizlik” doğuyor…
“Sevgi” yaraları “iyileştiriyor(muş)”
Tüm “yaraların ilacı” oluyor(muş)
“Her şeyi tamir ediyor(muş)”
Denilse de, öyle olmadığı,
“Sevgi” denilenin “hiçbir işe yaramadığı” görülebiliyor;
“İnsanı, yaradandan ötürü sevin” denilse de,
Yeşeren “Sevgi olmuyor”, aksine,
“Sevgisizliği”, “Huzursuzluğu” kucağımızda buluyoruz…
* * *
“Beklenip de gelmeyen ruh: Sevgi”
“Sevgi” denildikçe “Sevgisizliğin” doğduğunu görebilmek için,
Pek fazla “akıllı (bilgili)” olmaya gerek yok;
“Ruh çağırır” gibi, “Eğer geldinse kapıya vur” denilip duruluyor ama,
“Beklenip de gelmeyen ruh gibi”, “Sevgi” de “gelmiyor”,
Çağrıya uyup gelen “Sevgi” değil, “Sevgisizlikle gelen huzursuzluk” oluyor,
* * *
Ne varsa ‘yıkıyor’ ama...
“Sevgi” çağrısı gibi bir “işe yaramamazlığa”
Hemen herkes inanıyor;
“Tamir edemiyor”
“Yarayı iyileştiremiyor,
“Sevgi” ya da “insan sevgisi”
“Evrensel değer ölçüsü” yapılsa da,
Her “inanç sistemi”nin “değer ölçüsü” farklı,
Bu sebeple, “Evrensel değer ölçüsü olamıyor”
“Yapıştıramıyor”
Aksine, “Ayrıştırıyor,
Korunulması gereken ne varsa ‘yıktığı’ da görülüyor” ama,
“Sevgi” ÖLÇÜ OLMADIĞI için ortalıkta hiç görünmüyor…
* * *
“Sevgi ölçü değil, Ölçüsüzlük” oluyor…
“Sel” gibi “Sevgi” istenilse de,
“Bu istek” onu “toplumsal değer ölçüsü” yap(a)mıyor,
“Sevgi” denilen “değer ölçüsü” ortalıkta olmayınca da,
“Yapıştırıcı da” olamıyor,
Ortada “Sahte Sevgi” bulunduğu için de,
Olan sadece “kandırmaca”
O da “Sevgi” yerine “SevgiSİZLİK” yeşertiyor.
“Sevgi” istenilmesi, “Ölçüsüzlük (Sahte Ölçü)” de oluyor ama,
“Değer ölçülerimize saldırı”
Bizi “Huzursuz/hasta” yapmayı da seviyor!..
* * *
“Mevlanacılık” ve “Yunusculuğun”
“Sevgi” temelli istekleri “Ölçüsüzlük” olduğu için,
Toplumdaki “çatışmalar”, ayrışmalar da durmak bilmiyor,
“Sevgi” veya “insan sevgisi” temelsizliği,
“Gerçek değer ölçüsü” olmadığı için,
Toplumun “ortak payda”sı da olamıyor,
“Yapıştırıcı/tamir edici” denilen,
“Bütünleştirmiyor ayrıştırıyor, yıkıcı da oluyor”
“Sevgi/İnsan sevgisi” amacı sözcülüğü “İslamdışılık” ama,
“Sevgi” yayıcısı “Mevlanacılık” ve “Yunusculuk”,
Bu hurafeyi “Din diye” yaşantımıza sokmuş bulunuyor…
* * *
“Sevgi/İnsan sevgisi” hurafesi neden isteniliyor?
Bilinebiliyor ki, “Sevgi/insan sevgisi ölçüsü(zlüğü)” yaygınlaştıkça,
İslam olan, “İslam olmaktan” çıkıyor,
“İslam olmayan” Müslümana “değer ölçüsü” yapılınca,
“Hıristiyan olan Müslümanca seviliyor”
“İslam, ancak Müslümanlar kardeştir” diyor ama,
“Sevgi/Hoşgörü” istenilmeye görsün,
“Yahudilerle kardeş” de olunabiliyor,
İstenilen de zaten bu,
“Dinlerin kardeşliği hurafesi” oluyor...
* * *
“Akledilemediği” için görülemiyor…
Yoksa niye düşünülmesin ki?
“Sevgi”nin insana değil,
“Allah’a ve O’nun yolunda olanlara” olması gerektiği yoksayılıp,
“İslamdışılığa açılım” yapılıyor,
Mevlana’ya atfen:
“Yaradanın tecellilerine aşıksa bir de, O’nun hatırına, kusurlar kusursuzlaşıyor.”
“Ölçüsüzlüğü ölçü” alınınca, “Hıristiyan olmanız” gerekmiyor, fakat,
“Hıristiyangibileşmeniz” kaçınılmaz oluyor,
“Mevlanacılık, Yunusculuk” ölçüsü(zlüğü), ‘İslam olan’ı çözüyor,
“Yaratılanı Yaratandan ötürü sevmek” Sevgisi (Yunusculuk),
“Müslüman olmayanı (Ötekini)”, “Müslümana sevdirmeye” yetiyor,
Kur’an-ı Kerim; “Allah için, sevin, Müslümanı dost edinin” diyor ama,
“İslam’ın” yerini “Sevgi dini!!” alınca,
“Allah için sevmememiz gerekenleri, her türlü insanı seviyor”
“İslamı artık gereği gibi sev(e)miyorsunuz!”
“Yanlışlık/İslamdışılık” saygı görmemeli ama,
“Mevlanacılığın ve Yunusculuğun” saldırısı ile
Kimliği kırılan Müslüman”, yanlışa saygı duymaya başlıyor,
“İslam olan” ile, “Öteki (gayrimüslimler)” arasındaki fark,
“Sevgi dini”yle yokedilince,
“Müslüman kişi”, Hıristiyan ve Yahudi ile “aynileşiyor”,
Aynileşme, “Tek Tipleş(tiril)me”,
“İslam coğrafyasını işgal edince”
“İslamın din anlayışı” artık orada daha tutunamıyor,
“Hamken pişen yananlar” “İslam olanı” sulandırıyor,
“Yaratıktan şikayet, Yaratandan şikayettir”
Saldırısıyla da “kimliği kırılan” Müslüman,
Kendinden olmayana (Öteki’ne):
“Senin inancın ile benim inancım arasında fark var” diyemiyor,
“Farkındalığı” yokeden “Mevlanacılık”
“İslam din anlayışını” reforme etmesini sürdürüyor…
* * *
Ya Mevlana “alim değil” ya da “Mevlanacılık” Mevlana’dan değil…
“Mevlana”yı da çok uzun zaman olmayan önceden “tanıdık”
“Proje” var veya yok,
“Sevgi” denilen “din!!..”,
“Mevlana” üzerinden “Mevlanacılık” olarak “İslam’a saldırıyor”
“İnsan sevgisi” denilerek, “Müslüman kimlik” kırıldıkça kırılıyor,
Kasti olarak “Sevgi” denilip durulsa da,
Kur’an çağrısı “Akletmez misiniz?”i ölçü aldığımızda,
Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (k.s.)’nin,
Aşağıdaki dizeleri söylediğini kabul edebiliyoruz:
“Ben yaşadıkça Kur'an’ın bendesiyim
Ben, Hz. MUHAMMED MUSTAFA’nın yolunun tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan şikayetçiyim, o sözden de şikayetçiyim”
Yukarıdaki “evrensel çağrısı” yoksayılıp yerine,
Mevlânâ’nın “ana evrensel çağrısı” olarak;
“Gel ne olursan ol, gel!
İster kafir, ister mecusi, ister putperest ol gel!
Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel”
Şeklindeki dizeler “Mevlana çağrısı” olarak sunuluyor:
Peki de, “Mevlana” denilen kişi, “eğer İslam alimi” ise,
Hangi “dizelerdeki” O’dur? Ya da hangi dizeler O’nundur?
“İlk dörtlük” dizeleri, “Gerçek Mevlana”,
“İkinci dörtlük” dizeleri ise, “Sahte Mevlana” oluyor,
Bir başka şekilde söylersek de,
İlk dörtlük; “İslam alimi Mevlana”nın,
İkincisi ise, “Mevlanacılığın/İslamdışılığın” öngörüsü oluyor:
“Putperest olsan da, Yüzkere tövbeni bozsan da, gel” demek;
“İslam dinini sulandırıyorum”,
Yerine “Sevgi dini’ni koyuyorum” demek oluyor;
“Hangi Mevlana, Hangi Mevlevilik, Hangi İslam” diye soruyorsanız,
UNESCO’lu “İnsanlığa Bırakılan Sözlü ve Manevi Başyapıt” anlayışı,
“İçi boşaltılmış Mevlana/Mevlevilik/İslam” oluyor…
“Sevgi-İnsan sevgisi” ya da “manevi başyapıt” ölçüsü(zlüğü),
“Mevlana”dan da, “İslam’dan da” olmuyor…
* * *
“Dikkat edin, kalbler… Allah'ı anmakla huzura kavuşur” (Ra'd/28),
“Sevgi” ile “huzur bulur” denilmiyor,
“Sevgi-İnsan sevgisi” hurafesi,
“Varın siz de biraz oyalanın” olur, Başka bir şey olmaz, olmuyor.
Söz edilen “kalp” de zaten, “Gerçek kalp”;
“İnsan sevgisini” evrenselleştiren kalp ise, "Sahte kalp" oluyor.
“Sahte Mevlana” üzerinden “Sevgi” hurafesi yaşatılıp,
“Gerçek Mevlana” ve “İslam dini” kapı dışarı ediliyor;
“Sahte Mevlana” ve “Mevlanacılık”;
Yeryüzüne “Tanrılarının Krallığını” bekleyenleri sevmek,
“Dinlerin birleştirmesi” amacına hizmet,
“İslam dinini yok etmeyi istemek gibi” oluyor…
* * *
“Her şey çift yaratılmıştır” (Zariyat/49)
“İnsanlık Tarihi” de zaten bunu gösteriyor,
“Sahteleri de var” ama,
“Gerçek din/mesaj” ya da “Doğru tercih” de bulunuyor,
“Sevgi dini” yanlışlığı, “İnsanı seven yaratanı severmiş” dese de,
“Doğru mesaj/tercih” almanın/yapmanın, “İnsan olmakla” ilgisi bulunmuyor,
Kimileri, “İnsanı seven yaratanı severmiş” iddialarıyla,
“İslam dinine fiilen saldırıyor”
Çünkü, “İslam dini”
“Habil” ve “Kabil” prototiplerini ya da ‘Sevme’ ve ‘Sevmeme’ tercihlerini,
İnsanoğlunun önüne zaten koymuş bulunuyor.
* * *
“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi
imtihan etmek için...gökleri ve yeri...yaratandır..” (Hud/7)
Yeryüzü “İmtihan Salonu”,
İnsanoğlu da bu salonda “imtihan da” oluyor,
Sözkonusu bu “imtihan” da,
“Habil tercihi” yapmak da,
“Kabil tercihi” seçmekte mümkün,
“İnsanlık Tarihi” ‘Tercih Tarihi’ oluyor.
“Allah’ı, Hz.Muhammed’i, SevMeyen insanı sevmeMek” tercihi,
Bu, “sevilmeyecek” kişiye “düşmanlık beslemek değil”,
“Habil Tercihi”ni yapmak oluyor,
“İmtihan” öncesi verilen “Gerçek Bilgi/Kur’an” de zaten,
“Kabil Tercihi” yapmayı “kişiye tavsiye etmiyor”
“Kur’an’ı yoksayan insanları”, “insan” diye “sevmek”,
“Sahte Bilgi”yi “tercih etmek” olur, oluyor…
“Gerçek Bilgi” ve “Sahte Bilgi” her dönemde ortada,
HABİL, insan ama, sevilmesi gereken; ”Özgür/lük”
KABİL, insan olsa da, sevilmeMesi gereken, “İtaatsiz/lik” oluyor.
“Mevlanacılık” veya “Yunusculuk”un,
“EVRENSEL SEVGİ / İNSAN SEVGİSİ” ölçüsüzlüğü
“İslamdışılık”, başka bir şey olmuyor…
* * *
Hz. Kur’an-ı Kerim diyor ki:
“Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun
-babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa-
Allah'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin.
…Allah…Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak…
Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır.
İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır.
İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece
Allah'ın tarafında olanlardır.” (Mücadele/22)
Ahmet MUSAOĞLU - 09.05.2011
http://www.ahmetmusaoglu.org
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)