90/4 tertip askerler birliklerine teslim olmak için ana kucaklarından asker ocaklarına yol almaya başladılar. Üzerinde sevinç ve üzüntülerimizi paylaşarak yaşadığımız cennet vatanımız, her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanarak bizlere emanet bırakılmıştır.
Emanet, İslamî ve insanî bir özellik olup, insana sorumluluk yükler. Bu vatanın müdafaası, milli birlik ve beraberliğimizin tesisi, ülkemizin çağdaş ve teknolojik olarak gelişmiş devletler seviyesine ulaşması için her türlü gayreti göstermemizdir.
Vatanımıza bağlılığımızı, üzerimize düşen bu sorumlulukları kusursuz olarak yerine getirdiğimiz zaman göstermiş oluruz. Yüce dinimiz, vatana ve vatan sevgisine çok büyük önem vermiş, ecdadımız da bundan hareketle, “Ana gibi yâr, vatan gibi diyar olmaz” diyerek bu duyguyu en güzel şekilde ifade etmiştir.
Cenâb-ı Hak buyurur ki: “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” (Mümtehine, 8,9).
İçinde çoluk, çocuk, genç, yaşlı, ihtiyar, kadın, erkek, vs. binlerce masumun yaşadığı vatan topraklarını muhafaza için çalışmak, askerlik eğitimi almak, bunun için nöbet tutmak, içerde ve dışarıda barışı korumak için çalışmakla beraber, gerekirse vatanını savunmak ve bunun için ölmek dînî bir terbiyenin getirdiği üstün ahlâkî faziletlerdendir. Dinimiz bundandır ki, bir Müslüman’ın vatanı için ölmesiyle, din için ve Allah için ölmesini bir saymıştır ve vatan için ölene şehitlik rütbesi vermiştir.
Uğrunda binlerce şehit verilmiş, binlercesi gazi olmuş vatanımız şüphesiz göz nurumuz, baş tacımızdır. Ve herkesin vatanı kendisi için aynı önemi haizdir. Vatan edinilmiş bir toprağa düşman gözünün eğri bakması bile o vatanda yaşayan herkese savunma hakkı verir. Vatan için ölmek bir borç olur, kaçınılmaz bir hal alır bazı durumlarda. Her milletin, uğrunda şehit vererek vatan edindiği toprakları koruması ve tehlike anında savunması en tabii hakkıdır. Toprağı vatan yapan sır da, toprağı savunma hakkı veren temel düşünce budur. Merhum Mehmet Akif Ersoy’un ifadesiyle,
“Sahipsiz olan vatanın batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.), hicret esnasında Mekke’den ayrılırken Hezreve denilen yerde devesini durdurdu. Doğduğu ve çocukluk yıllarından beri yaşadığı yer olan mukaddes belde Mekke’ye son kez hüzünle baktı, baktı. Ve şöyle buyurdu:
“Vallahi sen bana Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Allah’ın katında en sevgili olanısın. Bana senden daha sevgili, daha güzel yurt yoktur. Çıkarılmaya zorlanmamış olsaydım, senden aslâ ayrılmaz, senden başka yerde yurt ve yuva tutmazdım.”
Atatürk'ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı, Türk Milleti'nin ve onun gözbebeği olan Türk Ordusunun kahramanlığını tüm dünyaya gösteren bir özgürlük destanıdır. Türk Milleti “7 düvel” diye tarif edilen düşmanların güçlü ve modern silahlarına ve yüksek donanımlı ordularına karşı tüm varlığıyla karşı koymuştur. Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nda kahramanca mücadele edip, düşman ordularına beklenmedik bir karşılık veren Türk Milleti'nin her ferdinin taşıdığı önemi, bir konuşmasında şöyle ifade etmiştir:
“Geçirdiğimiz bunalımlı günlerin şerefli kahramanlarını hep birlikte kutsayalım. Onlar arasında savaş alanlarında düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi, ateşlerde yakılmış çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır. Onlar arasında namuslarına saldırılmış kızlar vardır.
Onların arasında, yurtlarını yitirmiş aileler, yavrularını gömmüş analar vardır. Ve gene onlar arasında, bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır. Onlardan, şehitlik şerbetini içmiş olanların ruhlarına Fatihalar armağan edelim. Bu hareketi yapan bir ordunun babaları ve analarından oluşan ulusumuz, bütün dünyaya karşı en saygın ve değerli yeri kazanmıştır. Ulusumuz çekinmeden övünebilir ve ben, böyle bir ulusun, önemsiz bir kişisi olmakla en büyük mutluluğu duyuyorum.
Bu savaş alanlarında, benzersiz kahramanlıklar ve yiğitlikler göstermiş olan milletimizin her biri ayrı ayrı birer övünç sayfaları, bir destan oluşturan hareketlerini, en ulu duygularla ve saygıyla anıyorum.” Görüldüğü gibi bu cennet vatan nice bedeller ödenerek bize vatan olarak miras kalmıştır. Bu mirası yüce milletimizin şanına yakışır şekilde koruyup yüceltmek, milletimizi oluşturan fertlerin hepsinin üzerine düşen kutsal bir görevdir.
Mehmet'i askerlik yaşına basınca askere çağırdılar. Bütün köylü, onu davulla zurnayla, dualarla uğurladı.
Acemilik günlerinde, bölük komutanı askerlerin saçlarına, tırnaklarına, ellerine sık sık bakıyordu. Böyle bir kontrol gününde komutan, Mehmet'in ellerinin kınalı olduğunu gördü. “Eline niçin kına yaktın?” diye sordu.
Mehmet, “Bilmiyorum komutanım” dedi. “Anam yaktı bu kınayı.” Bunun üzerine, bu işin mahiyetini merak eden komutan. “Öyleyse anana mektup yaz. Benden de selâm söyle. Avucuna niçin kına yaktığını sor, öğren bakalım” dedi.
Mehmet, hemen o akşam mektup yazdı. Gelen cevapta şöyle diyordu. "Sevgili oğlum, mektubunu aldık. Hepimiz de çok sevindik. Avucuna yaktığım kınayı sormuşsun. Komutanına selâm söyle. Gözlerinden öperim. Hayır, duaları ederim. Allah hepinize güç kuvvet versin. Komutanına de ki; bizde üç şey için kına yakılır: Gelinlik kızlara kına yakarız, evine barkına sahip olsun diye. Kurbanlık koyunlara kına yakarız, Allah'a kurban olsun diye. Bir de yavrum, askere giden yiğitlere kına yakarız biz. Kına yakarız ki, vatana kurban olsun diye. Dedeni Balkanlar'da amcanı da Çanakkale'de kurban verdik. Gerekirse sen de bu vatana kurban olacaksın evladım." Bu cevap, komutanı çok duygulandırmış, gözleri dolu dolu olmuştu.
Asker bayrağını kuma dikmişler
Küçücük yârimi asker etmişler
Almışlar gitmişler bilmem n’etmişler
Güle güle hasret benden yar sana
Kapıda bağlıdır kınalı koçum
İzine gelirsen yar senin için
Sinemde saklıdır verdiğin saçın
Güle güle hasret benden yar sana
Bizim bayrağımız kanlı yazılı
Üzerinde ay yıldızı dizili
Askere gidenler körpe kuzulu
Güle güle hasret benden yar sana
Yaptıralım kahveleri hanları
Kaldıralım kasaveti gamları
Dolanır da yar sılaya gelirse
Kestiririm çifte kurbanları
Bu millet aynı duyguları muhafaza ettiği sürece Allah’ın inayetiyle hiçbir zaman kaybetmeyecektir. Askere giden bütün yavrularımıza sağlık, sıhhat, afiyet ve başarı dolu günlerle vatani görevlerini yüzlerinin akıyla yapıp ailelerine kavuşmalarını, başta anne ve babaları olmak üzere bütün aile fertlerine de sükûnet ve hayır dualarla Allah’a sığınmalarını salık veriyorum.
Sevgili gençler, siz komutanlarınızın verdiği görevleri bihakkın yerine getirmeniz gerekir ki, biz buralarda huzur içinde yaşayalım. Bu duygu ve düşüncelerle, tez gün ve saatte Allah yuvanıza ve ailenize kavuştursun. Allah kaza ve musibetlerden muhafaza eylesin. Mevlâ’mız, vatan hainlerinin şerrinden korusun.
Dualarımız sizinle, Allah’a emanet olun.
Fikret UÇAR
fikrethoca61@hotmail.com
10 Aralık 2010 Cuma
Füze kalkanı ve BOP’ın memurları / Gazeteci Yazar: Ahmet Şefik Mollamehmetoğlu
NATO'NUN VARLIK NEDENİ
Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapılan NATO zirvesinin en önemli gündem maddesi kuşkusuz ki, füze kalkanı sisteminin kurulmasıydı.
Bu olay neden dünya ve Türkiye için önemli?
NATO’nun Türkçe açılımı; Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü.
İkinci Dünya Savaşı sonrası, Sovyet Bloku’na karşı kurulmuş olan NATO aynı zamanda, Dünya sermayesinin ve onun en büyük organize gücü ABD’nin egemenlik stratejisinin silahlı gücü.
Türkiye de, sözde Sovyet tehdidi gerekçesiyle, DP döneminde 1952’de NATO’ya girdi.
Dünyanın çeşitli yerlerinde ve tabi Türkiye’de kontrgerilla-gladyo örgütlenmelerine de giden NATO, Sovyetlerin dağılmasından sonra, ‘’dünyanın her noktasındaki olayları bir güvenlik sorunu olarak gören’’ yeni bir anlayışa (konsepte) oturtuldu. Küreselleşme sürecinde ABD’nin Yeni Dünya Düzeni oluşturma hedefinin, bu hedefin en önemli projesi olan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin yaşama geçirilmesinin en önemli askeri ve stratejik dayanağı oldu.
Öyle ki, artık Ortadoğu, Ortaasya, Karadeniz, Afganistan başta olmak üzere birçok yerde ABD’yi değil, NATO’yu görüyoruz. Yani NATO, ABD (Bir ölçüde AB) ya da küresel sermayenin pis işlerinin ve gelecek hesaplarının meşru bir zemini haline getirildi.
YILDIZ SAVAŞLARINDAN FÜZE KALKANINA
ABD, artist başkan Ronald Reagan döneminden bu yana füze sistemleri ile ilgili kapsamlı çalışmalar yapıyor. ‘’Yıldız Savaşları’’ olarak bilinen ve ‘’Stratejik Savunma Girişimi’’ olarak adlandırılan bir proje üzerinde çalışıyor. Adı ne kadar savunma olsa da sistem, aslında kendisine karşı bütün seçenekleri geçersiz kılmayı ve dünyada tam bir askeri egemenlik sağlamayı amaçlıyor.
Dünya üzerinde bir kalkan olacak. Bu uzaydan yönlendirilecek. Bir saldırı anında devreye girip saldırıyı bertaraf edecek. Böylece stratejik ve askeri dengeden kesin egemenliğe geçilecek!
Bazı stratejistler, Sovyetlerin yıkılmasını, bu pahalı proje ile yarışa girmesine ve kaynaklarını bu iş için heba etmesine bağlar.
Sovyetler yıkıldıktan sonra ABD bu projeyi bir süreliğine askıya almış gibi göründü. Ama tabi ki devredışı bırakmadı.
HEDEF KİM?
Gelinen noktada, özellikle son birkaç yıldır bu füze sistemi ısıtılmaya başlandı.
Füze kalkanı, savunma amaçlı görünse ya da açıklansa da, aslında saldırı amaçlı ve düşman olarak kabul edilen unsurlara karşı tehdit içeriyor.
Kim ne derse desin füze sistemi, ABD’nin yeni egemenlik stratejisinin ve BOP’ın olmazsa olmazlarından.
Yakın hedef İran ve denetim dışı olan İslami örgütler. Uzak hedef ise Avrasya’da oluşan yeni güç merkezi; Rusya, Çin ya da Şangay İşbirliği süreci.
Bu projenin hedeflerinden birinin İsrail’in güvenliğini sağlamak olduğunu da unutmayalım.
İsrail Gizli Örgütü Mossad’ın haber sitesi olan Debka’da çıkan bir değerlendirmede, ‘’ABD Başkanı Barack Obama'nın, Türkiye'nin füze kalkanı anlaşmasında İran ve Suriye'nin tehdit olarak nitelenmemesi konusundaki talebine boyun eğerek, İsrail'e verdiği güvenlik garantilerinin değerini düşürdüğünü’’ belirtmesi, bunun en önemli kanıtı. Ayrıca ABD’nin bölgedeki bütün güvenlik varlıkları ile İsrail’in doğrudan bağlantısı bulunuyor.
TÜRKİYE'NİN SÖZDE İSTEKLERİ
ABD, NATO aracılığıyla bu füze sistemini önce Doğu Avrupa’ya yerleştirmek istedi. Ancak Rusya’nın sert tepkisi nedeniyle bu sistem güneye kaydırıldı; Karadeniz ve Doğu Akdeniz!
İşe bakın ki sistemin ulaşabileceği coğrafya, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin kapsama alanında.
ABD ile AKP Hükümeti arasında yapıldığı anlaşılan açık-gizli birçok görüşmede durum ele alınmış.
Kendini, BOP’ın eşbaşkanı ilan eden Erdoğan ve projenin gerçekleştirilmesinde yönetici rolü aldığı anlaşılan Gül için füze sisteminin yerleşmesinde herhangi bir sakınca yok. Ama kamuoyundan gelebilecek tepkilerin karşılanması, İslam dünyasında yaratılmaya çalışılan ‘’yeni kurtarıcı ve koruyucu Erdoğan’’ imajının zarar görmemesi için, sürecin sözde ‘’Türkiye’nin istediği bir yöne’’ oturtulması gerekiyordu.
İşte şu meşhur istekler-koşullar böyle ortaya çıktı. AKP’nin neredeyse tamamen teslim aldığı işbirlikçi ve yandaş medya tarafından büyük zafer gibi sunulan istekler, aslında fazla anlamı olmayan, hatta gülünç denilebilecek unsurlar içeriyor.
En dikkat çekicisi; hedef ülkenin belirtilmemesi ve düğmeye basma kararının Türkiye tarafından verilmesi.
BOP’un memurları Türkiye’yi aptal sanıyor?
Hiçbir zaman zaten açıkça hedef belirtilmez. Belirtmese bile biz, yakın dönem hedefinin İran olduğunu bilmiyor muyuz?
Ne diyor Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, ‘’Biz böyle durumlarda kedidir kedi deriz’’
Düğmeye basma kararını Türkiye verecekmiş. NATO Sözcüsü James Appathurai, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “NATO operasyonu söz konusuysa, düğmeye NATO basar” diyor.
Yani Türkiye’nin koşullarının kabul edildiği filan palavra!
TÜRKİYE İLERİ KARAKOL
Gerçekte olan şudur: AKP Hükümeti ve Gül bu kararla, Türkiye’yi BOP’ın üssü haline getirmiştir.
Türkiye; komşuları, komşu halklar, ezilen uluslar için bir tehdit haline dönüştürülmüştür.
Türkiye, küresel sermaye, ABD, AB ve İsrail’in güvenliği için, olası bir saldırı ya da tehdidi karşılayacak ön cephe yapılmıştır.
Türkiye bir ileri karakol haline dönüştürülmüştür.
Gelecekte Türkiye, bu anlaşmanın yaratacağı büyük stratejik, ekonomik ve politik sorunlar yaşayacaktır.
Bu anlaşma; bugün ülkeyi yönetenlerin hanesine utanç belgesi olarak yazılmıştır.
Abdullah Gül ne diyor: "NATO’nun prestijini biz koruduk, yanlış anlamaları engelledik. Türkiye’nin temel ilkelerini savunarak NATO’nun savunma örgütü olduğunu hatırlattık ve bunu pekiştirdik. Bu zirvede herkes bunu gördü"
AKP'nin de, Erdoğan'ın da, Gül'ün de NATO amaçlarının birer savunucusu olduğunu, NATO'nun çıkar ve prestijini koruma yolunda ülkenin çıkarlarını bile tartışma konusu yapacağını anlamak için başka söze gerek var mı?
İÇ POLİTİK YANSIMALAR
Ayrıca bu karar, AKP’nin ABD stratejilerine bağımlılığının yeni bir güven belgesidir.
Dolayısıyla bunun iç politikada birçok karşılığı olacaktır.
Siyasal baskının arttığı, yeni operasyonların sözkonusu olduğu, seçimlerden AKP’yi çıkaracak yeni oyunların tezgahlandığı zorlu bir dönem!
YAPILMASI GEREKEN
Kuşkusuz olması gereken, ABD üslerinin kapatılması, Türkiye'nin NATO'dan çıkması, ABD'nin nükleer füzelerinin derhal Türkiye'den çıkarılması, yabancı askeri güçlerin ülkeden defolup gitmesi..
Ahmet Şefik Mollamehmetoğlu
ahmetsefik@hotmail.com
viratrabzon.com
Hiç Böyle NAMAZ Kıldınız mı?
Hicri Yılbaşı 07 Aralık 2010: 01 Muharrem 1432
Şüphesiz ‘NAMAZ’ dinimizin direği ve Rabbimizin huzurunda olduğumuz ‘an’, Peki Namazımızı Rabbimize layık bir şekilde mi eda ediyoruz? Yani huşû ile namazımızı kılabiliyor muyuz? Eğer bu soruların cevabı hayır ise ya da Rabbimize layık daha da güzel bir NAMAZ kılmak için lütfen bu yazımızdaki maddeleri o ‘an’da uygulayın ve bundan önceki kıldığınız namazlar ile bu son namazınızı bir kıyaslayın.Ama önce huşû kavramını ve ayetler ile nasıl Rabbimize layık bir namaz kılabiliriz onları dile getirelim. Huşû kelimesi; tevazu, alçak gönüllülük, Hakk’a boyun eğmek, korku ve sevgiden meydana gelen edebli bir hal anlamlarına gelmektedir.
ALLAH’ın (c.c) sonsuz güç ve kudret sahibi olduğunu bilen bir insan, O’nun her şeyden haberdar olduğunu bilir. Her nerede olursa olsun Rabb’ına karşı derinden saygı duyar. İşte huşu, bu derin anlayışın bir sonucudur.
Yüce Rabbimiz ALLAH, Kuran-ı Kerim’de namazın sadece şekilden ibaret olmadığı ve onun ruhunun kavranması gerektiği belirtilirken:
‘Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.’ (Mü’minûn Sûresi, 2) demiştir.
Yine Yüce ve Aziz olan Rabbimiz, bizlere namazın manevi boyutuna inmeyerek, yani O’nu görmüyormuş gibi namaz kılanlar, gösteriş ve desinler diye namaz kılanlar ile kıldığı namazı O’na layık olarak kılmaya çalışmayanlar için ‘Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.’ (Maûn Sûresi, 4-5) buyurmuşlardır.
Peki, kıldığımız namazlarda nasıl huşû ile kılabiliriz? Bu sorunun cevabı tıpkı 5 vakit namaz gibi aşağıdaki 5 maddede saklı! Tabi bu 5 maddeyi uygulamadan hem maddi hemde manevi namazın tüm şartlarını yerine getirdiğinizi varsayıyorum.
1. Kuşkusuz kıldığımız namazlarda şeytan bize her türlü vesveseyi vermek için çalışır ve kıldığımız namazlarda hiç bir şekilde sevap kazanmadan ibadetimizi engellemeye çalışır. Bu nedenden dolayı namazdan önce:
Bu engeli kaldırmak için ihlas-felak-nas sürelerini anlamlarını düşünerek okumalıyız, hatta Ayet-el Kürsi’yide okumakta fayda vardır. Çünkü bu 3 sure bizleri şeytandan koruyan surelerdir. Kişinin ihtiyacına göre 2 veya 3 defa okunmalıdır.
2. ALLAH’ın verdiği nimetler karşısında, kendi hata, kusur ve günahlarımızı hatırlamak. Bugüne kadar yapmış olduğumuz günahları düşünürsek hesap günü geldiğinde göreceğimiz muameleyi anlarız.
3. Ve en önemlisi Namaza başlamadan önce (yani tekbir almadan önce) ölümü hatırlayıp, son namazımız gibi kılmalıyız. Yani artık ölüm meleği Azrail(a.s) gelmiş arkamızda bizim son namazımızı kılmamızı beklediğini düşünün!!!
4. ALLAH’a onu gözlerin ile görüyormuşsun gibi ibadet et! Eğer bunu yapamıyorsan en azından şunu bil ki O, seni görmektedir!
5. Elimizden geldiğince okuduğumuz surelerin anlamlarını bilerek kalpten okumak. En önemlisi de Fatiha Suresi’ni anlamını bilerek kalpten okumak!
Çünkü denilir ki:’Kalpten çıkan söz, kalbe girer ama dilden çıkan söz kulağı aşmaz.’
Şimdi gelin hadi bu 5 maddeyi uygulayarak namazımızı eda edin ve hiç böyle namaz kılmadığınızı görün...
Her şeyin en doğrusunu şüphesiz ALLAH bilir, Rabbim yar ve yardımcımız olsun!
Yayına Hazırlayan
http://www.1hafta1ayet.com/
8 Aralık 2010 Çarşamba
ÇANAKKALE TARİH MÜZESİ AKÇAABAT’TA / Araştırmacı Yazar MUSTAFA YAZICI
7 (yedi) Düvelin çok müthiş bir zafer tokadı yiyerek, dersini aldığı; geçemeyerek pes edip çekip gittiği Çanakkale Harbi’ni dünyada bilmeyen yoktur. Tarihte hiçbir millet böyle emsalsiz bir zafer kazanamadı. Böyle bir kahramanlık destanı yazamadı. Böyle dünyaca örnek bir şehitlik kuramadı. İstiklâl Marşı Şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy "Bedr’in Arslanları ancak bu kadar şanlı idi" diyerek, ne güzel bir benzetme yapmış. Şimdi Çanakkale öyle bir anıtlaştı ki, aynı Mekke-Medine gibi bir ziyâretgâh oldu.. Kahramanlarımızla ne kadar iftihâr etsek azdır.
Şimdi bu şanlı tarihe ve şehitliğe lâyık yeni hizmetler oluyor. Meselâ: ÇANAKKALE SEYYAR TARİH MÜZESİ.. Kurucusu Yiğit Anadolu(Çanakkale) çocuğu Araştırmacı-Yazar ve İş adamı Sayın Ahmet USLU bey.. Çanakkale konusunda birçok kitabı var..
Kendisiyle Mart 2010’da Trabzon’da tanıştık. Çanakkale'de kurduğu Sabit Bina Müzeler (meselâ: Seddülbahir Müzesi) yanında Seyyar bir TIR alarak, bütün Türkiye'yi ve dünyayı dolaşan bir Seyyar Müze oluşturdu. Diğer işadamlarımızın kulakları çınlasın..
18 Mart 2010'da Trabzon Belediyesinin bir hafta konuğu olarak, Trabzon Belediye Meydanında (Taksim Meydan Parkı önünde) hizmete açılan bu sergiyi gezmiştim. Bu müzeyi gezmek için halk izdihamı olmuştu. Kendisini Kuzey TV’de canlı yayına konuk ederek, çok muhteşem bir program yapıp CD’sini de vererek, uğurlamıştım. Hatta İlkhaber Gazetesi’nde de bu konuları anlatan bir makale yazmıştım.
İşte şimdi bu müzeden daha genişini Akçaabat Belediyesinin ev sahipliğinde Akçaabat’a gönderdi. Bu defa TIR içinde değil de, Kültür Park’ta Erol Günaydın Salonunda tarihi seyyar müze sergilendi. Çok muhteşem oldu. Pazartesi’den Perşembe gününe kadar açık kalacaktır. Akçaabat Belediyesini de tebrik ederiz.
Tabii ki, bu defa işin başında olan TRT Belgesel Daire Başkanı Cengiz YÖRÜKASLAN ve ekibini de bizzat tebrik ettik. Sergiyi gezdim. Yeni çok güzel notlar aldım. İlk gün sergiyi çok sayıda öğrenci gezdi. Öyle ki, öğrenciler caddelerden öğretmenleriyle sanki vaktiyle Çanakkale’de savaşarak, mezun veremeyen Trabzon-İstanbul-Eskişehir ve Kayseri Liseleri öğrencileri gibi sergiyi gezmeye ve 45 dakikalık Çanakkale Belgeseli filmini görmeye koşuyorlardı..
Erol Günaydın Kültür ve Sanat Salonu'nun kapısı önünde çok sayıda vatandaş, devlet erkânı ve basın mensubu toplandı. Komutanlar, Belediye Başkanları, Akçaabat Belediyesi Kültür Müdürü, Kültür-Araştırma Kurulu Üyeleri, Parti Başkanları, Kooperatif Müdürleri, Okul ve Millî Eğitim Müdürleri, çok sayıda bay ve bayan yerlerini aldılar.
Akçaabat Belediye Başkanı Sayın Şefik TÜRKMEN burada yaptığı konuşmada özetle: "İstiklâl Harbi’nin öncüsü olarak ilk kahramanlık olayı Çanakkalede meydana gelmiştir. İstiklâl Harbi Zaferi de Çanakkale'nin devamıdır. Hiç beklemeden bu müstesna sergiyi gezerek, bu gerçeklerin tarihî belgelerini görelim " dedi.
Ve Akçaabat komutanıyla serginin açılış kurdelesini kesti. Sergi Salonuna gideriz ki, ne görelim. Sanki Çanakkale bu salonda idi. Çanakkale’de şehit olan Akçaabatlı Şehitlerin İsim Listesi de Ay-Yıldızlı olarak orada idiler. Zaten bu tarihî sergi olayının esprisi Çanakkale'ye gidemeyenlerin huzuruna Çanakkale'yi getirmekti. Bu da başarıldı. Filmi izleyen öğrenciler tarihimize ve kahramanlarımıza hayranlıktan dolayı çıt çıkarmadılar. Kültür ve Tarih olayı dediğin budur. Fakat burada ilkönce Kaymakam Beyi görmeliydik.
Tarihî Çanakkale Müzesi Sergisinde neler vardı neler.. Şöyle ki: Çanakkale'deki Türk asker kıyafeti ile Müslüman Türk askerleri kıyafetleri(elbiseler).. Metre kareye düşen altıbin mermi örnekleri, Delik deşik olan sancaktarın vücuduna sarılı delik deşik Ayyıldızlı bayrak, Düşmanların arka arkaya bir defada sekiz mermi atan tüfekleri, bizim doldur boşalt, tek tek mermi atan tüfeklerimiz. Havada çarpışan mermiler (Fotoğraflarını çektim), içinde iki yüz elli kurşun olan misket bombaları (Tâ o zaman Türklere atılmış. İsrail’in Gazze’ye attığı gibi), aydınlatma fenerleri, Seyyid Onbaşı’nın gemiyi batırdığı bomba. Çanakkale'de şehit olan tüm subaylarımızın toplu fotoğrafı..
Hindistan-Nepal’den getirilen "Gurka" adlı askerlerin bizim askerlerimize sapladığı palalar.. Bunlarla 30 metreden kafa kopardılar. Vahşice şehit ettiler. (Bu Gurkalar da Müslüman’dı. Çanakkale Mevzileri’ndeki Türk askerlerinin de Müslüman olduklarını anlayınca, "Biz savaşmayız, kandırıldık" diyerek, cepheyi terk ettiler. İngilizler’de "Gelin sizi ülkenize gönderelim" diyerek, inandırdılar. Gemilere binince, Çanakkale açıklarında topluca batırılarak, öldürüldüler), Osmanlı’ya tam 45 ülkeden getirtilen askerler saldırtılmıştı. Kendi askerleri ikinci plânda idiler. Osmanlı askerlerinin savaş pantolonu örneği, 1915 marka savaşta fotoğraf çeken bir düşman askeri fotoğraf makinesi, savaşı anlatan kitaplar, dergiler, hediyelik ve hatıralık eşyalar, yumuşak deniz taşlarından yapılmış Osmanlı elbise düğmeleri, Çanakkale’yi anlatan 73 ayrı pano-tablo(Çanakkale asıl bu panolarda), en kıymetli masa, savaş kabartma haritasının bulunduğu masa, çarıktan geçince hemen kanı zehirleyen zehirli demirden İngiliz yıldızları, (İnsanlık suçu olduğu için bunlar dava edildiler. “Türkler insan mı ki, insanlık suçu olsun ?" diye cevap verildi, Avrupa savaş suçu mahkemelerinden.
"Kadana" denilen savaş yükü taşıyan güçlü katırların nalları (Ruslar’da 1916-18'de,Trabzon'un işgalinde bu katırlardan kullanmışlardı), Tel halinde zehirli barutlar, barut telleri, düşmanın çift kat emaye mataraları, bizim teneke mataralarımız, en kıymetli diğer bir masa da delik savaş çarıklarımızın olduğu masa idi.
Osmanlıların savaşta subaylarına maaş olarak verdiği kâğıt Osmanlı paraları, Fransız ve İngiliz askerlerinin altın dişleri(ölen düşman askerlerinden kalmış, bizim askerlerin hiçbirinin altın dişi yoktu), Savaş kahramanı kadın ve erkeklerin fotoğrafları, çeşitli bilgiler. Atatürk'ün savaş hatıraları ve daha neler neler.. Gerçekten Çanakkale Akçaabat’ta.. Gidemeyenler burada mutlaka görsünler..
Daha önce yazdığım ve yakında çıkacak olan "TRABZON'UN MANEVÎ FETHİ TARİHİ" adlı 500 sayfalık eserde haklı olarak "Trabzon Neden 2. İstanbul? Akçaabat neden 2. Trabzon, Akçakale neden 2. Çanakkale? " diye yazmıştım. Şimdi ne kadar haklıymışım..
Akçaabat’ın 17 Şubat’ta kutlanacak olan kurtuluş törenleri hazırlıkları şimdiden yapılırken ve askerlerin birliklerine uğurlandığı şu günlerde bu Çanakkale Sergisi’nin gelmesi çok isabetli oldu.. Yeni nesiller bu tarihin bu şeref levhalarını hep görmeli ve yarınlara iyi hazırlanmalı. Müstesna tarihini iyi öğrenmeli. Tele vole kültürlerinden kurtulup kahramanlar kültürüne yükselebilmelidirler. Akçaabatlılar buna lâyıktır.. Akçaabat'ı ebediyen koruyacak gençler ilmî manada yetişmekte olduğu gibi askeri olarak da yetişmektedir. Örneğin günümüzde Türkiye’nin Genel Kurmay İkinci Başkanı Sayın Aslan GÜNER Paşa da Akçaabatlıdır.
Bütün bunların ışığında bütün şehit ve gazilerimizin ruhları şad olsun. Onlara Akçaabat’tan binlerce Fâtihalar ve selâmlar olsun.. Çanakkale Tarih Müzesi de bizlere ebediyen ders olsun... (Âmin)
Mustafa YAZICI
Araştırmacı Yazar
TRABZON HABER AJANSI
'KÜRESEL ISINMA' Konulu Fotoğraf Sergisi Açıldı
Trabzon'da 'Küresel Isınma' konulu fotoğraf sergisi, Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık’ın da katılımıyla açıldı.
Trabzon İl Özel İdaresi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’nün organizesiyle açılan sergide küresel ısınmaya dikkat çekiliyor. Kültür ve sanat faaliyetlerine her zaman destek veren Trabzon Valisi Recep Kızılcık'ın desteği ile açılan sergide, küresel ısınmanın etkisiyle yeryüzünde tahrip olan alanların fotoğrafları yer alıyor.
Serginin açılışına; Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık, Trabzon Belediye Başkan Yardımcısı Hüseyin Turan, Trabzon Emniyet Müdür Vekili Akın Şener, TTSO Başkanı Suat Hacısalihoğlu, TESOB Başkanı Metin Kara, Türk Eğitim Vakfı Trabzon Şube Başkanı Hasan Melek, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri İbrahim Kul, Özel İdare Sosyal İşler Müdürü Mehmet Turan Özdemir, Sanatçılar ve Sivil Toplum Örgütlerinin temsilcileri katıldı.
Açılışı yapan Trabzon Valisi Recep Kızılcık, Trabzon’un kültür ve sanat kenti olduğunu hatırlatarak, İl Özel İdaresinin kültür ve sanat faaliyetlerini desteklediğini belirtti ve emeği geçenlere teşekkür etti. Vali Kızılcık serginin açılmasında katkılarından dolayı Trabzonlu fotoğraf sanatçısı Ali Mermertaş’a plaket verdi.
Sergide, kendi alanında uzman, Türkiye genelinde 13 fotoğraf sanatçısı: Fatih Sönmez(Van), Ali Mermertaş(Trabzon), Ayhan Maraşlı(Adana), Bekir Tuğcu(İstanbul), Ergün Karadağ(Bursa), İlhan Maraşlı(Adana), Melih Sular(Kocaeli), Metin Kalaycı(Trabzon), Murat Şanlı(Trabzon), Tacettin Yüksel(İstanbul), Hakkı Ceylan(İstanbul), Yılmaz Topçu(Aydın)’nun eserleri yer alıyor. Toplam 29 eserden oluşan sergi, 10 Aralık’a kadar açık kalacak.
7 Aralık 2010 Salı
VALİ, KOMİSYON ÜYELERİNİ AĞIRLADI
Vali Dr. Kızılcık Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyon Üyelerini Evinde Ağırladı.
AK Parti Trabzon Milletvekili Safiye Seymenoğlu, AK Parti Ağrı Milletvekili Fatma Salman Kotan, AK Parti ordu Milletvekili Mustafa Hamarat, AK Parti Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz, CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve MHP İzmir Milletvekili Şenol Bal’dan oluşan Komisyon üyeleri beraberinde Komisyon Uzmanları Gökalp İzmir ve Ayşegül Fazlıoğlu Konut’da Vali Kızılcık ve eşi Sema Kızılcık’ın misafiri olup akşam yemeği yediler.
Vali Dr. Recep Kızılcık misafirlerine Trabzon’un tarihi, ekonomisi, kültürü ve turizmi hakkında bilgi verirken eşi Sema Kızılcık da Valilik Konutunun tarihi geçmişi hakkında bilgi verdi. Bayan Kızılcık misafirlerini evinde ağırlamaktan çok mutlu olduğunu belirtmesi üzerine konuklar da bu ilgiden dolayı memnuniyetlerini dile getirdiler. (V.B.)
TRABZON HABER AJANSI
Kim, kime, niçin ödül verir?/ Türker Ertürk
O gün için azımsanmayacak miktarda bulduğum parayı, ona söylemem ve ne yapmam gerektiği konusunda bilgisine başvurmam sonucunda gelişen olaylar ve davranışlarım zinciri, benim babam tarafından ödüllendirilmeme neden oldu.
Sanırım bu olayda babam beni ödüllendirerek hem dürüst davranışımı takdir ettiğini gösterdi, hem de yaşamımda dürüst bir rotada seyretmem konusunda bana özendirici oldu.
''Bir başarı karşılığı verilen armağan'' olarak tarif de edilebilen ödülü, çoğumuz bir şekilde yaşamımız boyunca almışız veya vermişizdir.
Nerelerde ve niçin ödüller verilir?
*Aileler verir, çocuklarının başarısı için,
*Okullar verir, öğrencilerinin başarısı için,
*Kurumlar ve şirketler verir, çalışanlarının başarısı için,
*Dernekler ve vakıflar verir, amaçlarına hizmet eden vatandaşlar için,
*Silahlı Kuvvetler verir, kahramanlar, cesurlar, çalışkanlar ve ülkesi için gözünü budaktan sakınmayanlar için,
*Devletler verir, namuslu, yasalara saygılı, üretken, girişimci, çalışkan yurttaşları için.
Haksız yere, hak etmeyenlere ödül verildiği olur mu? Hem de çok olur. Eğer ödül verme işi somut kriterlere dayandırılmaz veya kriterler iyi olsa bile değerlendirenler, bilim egemen kafalı değilseler ve beyinlerinin ücra dehlizlerinde karanlık, yoz ve ön yargılı fikirler taşıyorlarsa bu haksızlık çokça olur.
Ödül yalnızca geçmişteki başarı için mi verilir? Hayır. Bazende gelecekteki ''hizmet ve başarınız'' için motivasyon unsuru olarak verilir. Sizde vefalı davranarak sizden istenenleri yerine getirirsiniz.
Biliyorsunuz bir de uluslararası ortamda verilen ödüller vardır. İşte, en karmaşık, işin içinden çıkılması en zoru, hele ödülü alan devlet, hükümet başkanı veya üst düzey bir asker veya bürokrat ise, niçin verildiğinin değerlendirilmesi en güç olanı budur.
Bu uluslararası ödüller bizzat devlet eliyle verildiği gibi, arkasında devlet veya emperyalist güç odakları bulunan vakıflar veya Sivil Toplum Kuruluşları ( STK ) vasıtası ile de verilir.
Şunu aklınızdan asla çıkarmayın günümüzde bu vakıf veya STK’lar büyük devletlerin veya emperyalist güç odaklarının operasyon silahlarıdır.
Bu nedenle Devlet Büyüklerimiz uluslararası ortamda ödüllendirildiğinde, sorgulayıcı aklınızı çalıştırın, ödüllendirme gerekçesinin basında size takdim edildiği şekilde olmayabileceğini, gerçek nedenin mutlaka uzun veya kısa vadeli, kendi ülkemizin çıkarına olmayan bir yönlendirme olabileceğini düşününüz ve değerlendiriniz.
Uluslararası ortamda verilen ödüllerde amaç, veren tarafın çıkarlarına hizmet veya geleceğe yönelik olarak ödül verdiği devlet büyüğünü itibarlaştırarak ve yönlendirerek kendi hedefleri doğrultusunda kullanmaktır.
Ben bir Devlet Büyüğümüze uluslararası ortamda bir ödül verildiğinde, “bunun ülkemize faturası ne olacak?” diye düşünürüm. Bazen bu faturaları çocuklarımız veya torunlarımız ödemek zorunda kalabilir, bunu unutmayınız. Tarih bilimi bunun sayısız örnekleri ile doludur. Hem kendi ulusal tarihimizde, hem de mazlum milletlerin tarihinde bunları görebiliriz.
Daha önceki yazımda ifade etmiştik; Devlet yönetmek satranç oyunu gibidir, hamleler düşünerek planlayarak, hesap edilerek yapılır, tavlacılarla bu iş olmaz.
Şimdi bu gözle değerlendiriniz Devlet Büyüklerimizin aldıkları ödülleri?
Sözlerimi Başbakanımızın ''Kaddafi İnsan Hakları Ödülü'' ile bitirmek istiyorum.
*Libya Devlet Başkanı Albay Kaddafi'nin insan hakları sicili çok kötü,
*Ülkesinde muhalefete izin vermeyen, muhaliflerini yaşatmayan, hapse atan, sürgüne gönderen, öldüren,
*İçi sivil dolu bir uçağı bombaladığı için tazminat ödemek zorunda kalan,
*Petrol gelirini halkının refahı için değil, oğlunun futbol tutkusu için kullanan,
*Üstelik Sayın Erbakan'a Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Libya’da misafir ederken ülkemize hakaret eden, demokrat olmayan, darbeci olan bir lider olduğu için, bu ödülün alınması uygun değildir. Ayrıca insan hakları ödülünü bu dünyada verecek en son kişidir; Alb. Kaddafi..
Siz ne dersiniz?
Saygılarımı ve sevgilerimi sunarım.
www.haber61.net - 05 Aralık 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)