19 Şubat 2011 Cumartesi

GAZETECİ-YAZAR İSMAİL TOPAL'IN ACI GÜNÜ


Akçaabat Yeni Haber Gazetesi’nin Sahibi Gazeteci Yazar İsmail Topal’ın kayınvalidesi, Akçaabat Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü elemanlarından Yazar Huzur Topal(Korkmaz)’ın annesi Perihan Korkmaz(82) vefat etti.



Akçaabat Yeni Haber Gazetesi’nin Sahibi Gazeteci Yazar İsmail Topal’ın kayınvalidesi, Akçaabat Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü elemanlarından Yazar Huzur Topal(Korkmaz)’ın annesi Perihan Korkmaz(82) Hakk’ın rahmetine kavuştu.


Bir süredir K.T.Ü Tıp Fakültesi Farabi Hastanesi’nde tedavi gören Korkmaz’ın cenazesi 16.02.2011 Çarşamba günü öğle namazını müteakiben Akçaabat Mezarlık Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından aile kabristanlığına defnedildi.


Merhume Perihan Korkmaz büyüğümüze Allah’tan rahmet, Topal ve korkmaz ailelerine, eş, dost, akraba ve sevenlerine sabırlar diliyoruz.


Kaynak: www.akcaabathaber.com 

18 Şubat 2011 Cuma

İMAM’IN HAKLI İSYANINA: ŞORUŞTURMA !?!

Edirne'de, ilköğretim okulu 2'nci sınıf öğrencisi Hasret Karakoç, geçen salı günü komşusunun 17 yaşındaki oğlu S.Ş. tarafından toprağa diri diri gömülünce boğulup hayatını kaybedince; Cenazede İmam, bu haksızlığa isyan ederek, yaptığı konuşma bazı basın tarafından 'ŞERİAT' diye yaygaraya dönüştürülünce Müftülük, imam hakkında soruşturma başlatmış.


BASINDA YER ALAN HABER İÇERİĞİ ŞÖYLE (!):

'Şeriat' isteyen imama soruşturma!


Edirne'de, Hasret'in cenazesi sırasında yaşananlar Müftülüğü harekete geçirdi.

Mesut HAN / EDİRNE (AHT)
Edirne'nin Havsa İlçesi'ne bağlı Şerbettar Köyü'nde çiftçilik yaparak geçimini sağlayan Emine ve İlkay Karakoç çiftinin 3 çocuğunun en büyüğü olan ilköğretim okulu 2'nci sınıf öğrencisi Hasret Karakoç, geçen salı günü komşusunun 17 yaşındaki oğlu S.Ş. tarafından toprağa diri diri gömülünce boğularak hayatını kaybetti. Olayla ilgili S.Ş. ve annesi 55 yaşındaki S.Ş. tutuklandı. Dün, Karakoç ailesinin evinin önünde düzenlenen cenaze töreninde, ailenin isteği üzerine köy imamı Eşref Sevimli, tabutun içinde kefene sarılı olan Hasret'in yüzünü açarak ailesine gösterdi. Burada imam Sevimli ile bazı vatandaşlar, 'hatıra' kalması için cep telefonları ile Hasret'in yüzünü görüntüledi.


"BAĞIMSIZLIKTIR, DEMOKRASİDİR DİYE HERKES CANİLERİN YANINDA OLURSA..."

Ardından da dua okutmak isteyen imam Eşref Sevilmiş, cemaate hitaben şunları söyledi:

"Kızımız hem şehit hem de melektir. Bu yavrumuz boğularak zulümle öldüğünden şehit olduğunu unutmayalım.

Dolayısıyla biz bu yavrumuzu hayır duamız ile yad etmenin yanı sıra, içimiz yanıyor, yakınıyoruz. Yara hepimizin, bunları hep birlikte paylaşıyoruz.

Toplumda yaşadığımız müddetçe dinimizden ne kadar uzaklaşıyorsak, yaptığımız hareketlerimiz ve kötülüklerde o kadar aşırılık meydana geliyor.
Bu yavruya kıyıp da bu hale sokanların cezası ne olabilir. Her birinize sorsak, her biriniz lime lime ederiz. Ama dinin emirleri ile emredilse, Edirne meydanında öyle bir kişi öldürülse, acaba bu ülkede kaç tane cani meydana çıkar, çıkamaz.

Ama ‘kanunlarımız veya insan haklarıdır, bağımsızlıktır, demokrasidir’ diye herkes canilerin yanında olursa, onlar o hakların arkasına sığınırsa, bizlerde yavrularımız, biz olmasa da ülkemizde birilerine böyle ateş düşer ve ağlar."


MÜFTÜLÜK SORUŞTURMA BAŞLATTI (!)

Televizyonların haber bültenlerinde imam Sevimli'nin Hasret'in cansız yüzünü cep telefonu ile görüntülemesi ve yaptığı konuşması yer alınca Edirne Müftülüğü'nü harekete geçti. Edirne Müftüsü Ömer Taşçıoğlu, bu konuşma ve ortaya çıkan görüntü nedeniyle köy imamı hakkında idari soruşturma başlattı.

www.haberturk.com - 18 Şubat 2011 Cuma, 20:26:11

TRABZON; ‘2. İPEKYOLU İŞADAMLARI ZİRVESİ’NE HAZIRLANIYOR


Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık, 27–30 Nisan 2011 tarihleri arasında Trabzon’da düzenlenecek olan 2. Trabzon İpekyolu İşadamları Zirvesi’nin hazırlık toplantısına katıldı.



Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası’nda gerçekleştirilen toplantıya, Vali Kızılcık’ın yanı sıra Trabzon Belediye Başkan Vekili Hüseyin Turan, Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özen, Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı M. Suat Hacısalihoğlu, Doğu Karadeniz İhracatçılar Birliği Başkanı Ahmet Hamdi Gürdoğan ve ilgili kurumların temsilcileri katıldı.


2008 yılında ilki gerçekleştirilen ‘Trabzon İpekyolu İşadamları Zirvesi’nin bu yıl 2. sinin düzenleneceğini ifade eden Vali Kızılcık;


“İpekyolu İşadamları Zirvesi’nin ilk toplantısı bölgemizin ve Trabzon’umuzun idari ve ekonomik gelişmelerine katkı sağladı. Toplantının 2. sini tekrar düzenlemeyi düşünüyoruz. Temel hedefimiz Trabzon’umuzun kalkınmasında ticaretin önemli bir görev üstlenmesidir. Zirvenin gerçekleşmesinde Dış Ticaret Müsteşarlığımız başta olmak üzere Odalar ve Borsalar Birliğimizin katkısı var. Şehir olarak bu zirveyi en iyi şekilde gerçekleştirmek için istişare toplantısı düzenlemek için bir araya geldik” dedi.


Zirvenin daha etkin olması için kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle görüş alışverişinde bulunduğunu kaydeden Vali Kızılcık, açıklamalarını şu şekilde sürdürdü:


“Zirvenin, ülkemize, Doğu Karadeniz Bölgesi’ne ve Trabzon’umuza, ekonomik anlamda girdi ve ticaret olanakları sağlayacağını düşünüyorum.


Bu toplantıya yurt içi ve yurt dışından katılanlar olacaktır. Geçtiğimiz yıl gerekleştirilen Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) toplantısının özellikle işadamları ayağı önemliydi. KEİPA toplantıları uzun yıllardır yapılmakla beraber bunun işadamları ayağı eksikti. Oda düzeltilmiş oldu.


İlimizde 2. si yapılacak olan Trabzon İpekyolu İşadamları Zirvesi’nin de bölgemiz adına kalıcı faydaları olacağı kanaatindeyim” dedi.


Hazırlık toplantısının sonunda katılımcılar gelecek hafta tekrar bir araya gelme kararı aldı. (V.B – 18.02.2011)

İSRAİL NEYİN PEŞİNDE !!! TÜRKİYE ELÇİLİKLERİNİ KAPATTI…

Hizbullah liderinin ölüm yıldönümünde gelen tehdit mesajları nedeniyle dünya çapındaki İsrail elçiliklerinde kırmızı alarm verildi. İsrail’in Türkiye elçilikleri ise geçici olarak kapatıldı.


Hizbullah liderlerinden İmad Mughniyad, 2008 Şubat’ında arabasına konan bombanın patlaması sonucu ölmüş, Hizbullah Mughniyad’ın ölümünden İsrail’i sorumlu tutmuştu.


Salı günü İsrail Dışişleri Bakanlığı Mughniyad’ın ölüm yıldönümü nedeniyle yabancı elçiliklerine yönelik pek çok tehdit mesajı aldıklarını açıkladı.
Haraetz’in haberine göre gelen tehditler üzerine İsrail’in Ankara büyükelçili ile İstanbul konsolosluğu geçici bir süre kapatıldı. İsrail’in dünya çapındaki büyükelçilikleri de alarm durumuna getirildi.


Bu arada İsrail Terörle Mücadele Bürosu da vatandaşlarını Mısır, Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Fildişi Sahilleri, Moritanya ve Venezuela’ya yapacakları seyahatlerin riskli olabileceği konusunda uyardı.


ntvmsnbc ve ajanslar


Kaynak: www.timeturk.com - 18 Şubat 2011 Cuma - 13:35

OLİVER ROY: ‘BU BİR İSLAMİ DEVRİM DEĞİLDİR!’


İslami dünyası konusunda uzman Fransız yazar Oliver Roy, Mısır ve Tunus'tan sonra Arap dünyasını kuşatan devrimleri değerlendirdi. Roy, 'Bu bir İslami devrim değildir!' dedi. İşte, Roy'un makalesi...


www.timeturk.com - 17 Şubat 2011 Perşembe - 12:58


Oliver Roy* / TİMETURK


Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki halk ayaklanmaları, Avrupa’da otuz yıldan daha eski 1979 İran İslam Devrimi modeli kullanılarak yorumlandı. Yorumcular, hareketin başında ya da gücü elde etmek için pusuda bekleyen İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) ya da onların yerel denklikleri gibi İslami grupları görmeyi bekliyorlardı. İhvan’ın sağduyusu şaşırttı ve huzurlarını kaçırdı. İslamcılar nereye gitmişlerdi?


Ayaklanmalara katılanlara bakarsanız burada söz konusu olanın post-İslamcı bir nesil olduğu açıkça görülür. Onlara göre, 1970 ve 1980’lerin büyük devrimleri mazide kalan atalarının işleridir. Bu genç neslin üyeleri ideolojiyle ilgilenmez; sloganları çıkarcı ve somuttur. “İrhal!” ya da “Hemen defol!” derler. 1980’lerde Cezayir’deki seleflerinin aksine, İslam’ın bir albenisi de yok. Daha da ötesi yozlaşmış diktatörlüğü yadsıyıp demokrasi çağrısı yapıyorlar. Bu, göstericiler laik demek değil fakat laik siyasi alanda hareket ediyorlar. İslam’ı daha iyi bir dünya yaratmaya yetkin bir ideoloji olarak da görmüyorlar.


Aynısı diğer ideolojiler için de doğru. Milliyetçiliğin savunuculuğunu yapmadan milliyetçiler (Sallanan bayraklara bakın). Komplo teorilerinin terk edilişi de özellikle dikkat çekici. Artık Arap dünyasındaki tüm sefilliğin nedeni Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail- ya da Tunus olayında Fransa- görülmüyor. Pan-Arabizm sloganları da geniş ölçüde yok. Hatta Mısırlıları ve Yemenlileri caddelere Tunus’taki olayların ardından getiren taklitçi etki ise bu “Arap Dünyası”nın siyasi bir gerçeklik olduğunu gösteriyor.


Bu nesil hiç şüphesiz çoğulcu, çünkü aynı zamanda bireyci. Sosyolojik çalışmalar, önceki nesillerden daha iyi eğitimli, daha bilgili olduklarını ve siyasi partilerin (her halükarda yasaklı) aracılığı olmadan bireylerin birbirleriyle bağlanmasını sağlayan modern iletişim yollarına erişebildiklerini gösteriyor. Bu genç insanlar, İslamcı rejimlerin diktatörlüğe dönüştüğünü de biliyor. Ne İran’ın ne de Suudi Arabistan’ın onlar için bir cazibesi yok. Gerçekten de, Mısır’da gösteri yapanlar 2009’da Mahmud Ahmedinecat’a karşı caddelere dökülenlerle aynı türden insanlar. (Propaganda nedenlerinden ötürü, Tahran’daki rejim Mısır’daki muhalif harekete desteğini açıkladı, yine de bu Hüsnü Mübarek’le hesaplaşmadan biraz daha fazlası) Birçokları inançlı kişiler, fakat inançlarını siyasi taleplerinden ayrı tutuyor. Bu bağlamda, hareket “laik”tir. Dini yaşantı ise bireyselleşmiştir.


Her şeyin üzerinde, insanlar haysiyet ve 1990’ların sonlarında Cezayir’de ortaya çıkan düstur kelime “saygı” için gösteri ya-pı-yor. Sahip çıktıkları değerler evrensel. Fakat istenen “demokrasi” yabancı değil ve Bush yönetiminin 2003’te Irak’ta önayak olduğu deneme ile fark var. O işe yaramadı çünkü siyasi meşruluktan yoksundu ve askeri müdahaleye dairdi. Paradoksal olarak bugün, yerli ve tam meşru demokrasi talebinin ifade edilmesine izin veren Obama yönetiminin çıkarcılığıyla birlikte, bu Ortadoğu’da ABD etkisinin solmasıdır.


Buna rağmen, ayaklanma devrim değildir. Yeni halk hareketin liderleri yok, yapısı yok ve eski diktatörlüklerde demokrasinin yerleşmesi görevini üstlenecek siyasi partileri de yok. Washington’un Irak’ta bir zamanlar umduğu gibi, eski rejimlerin yıkılmasının kendiliğinden yerlerine liberal demokrasilerin kurulmasına neden olması da pek muhtemel değil.


İslam’ı toplumun tüm sorunlarını çözmeye yetkin bir siyasi ideoloji olarak gören İslamcılara ne oldu? Kaybolmadılar ancak değiştiler. En radikaller uluslararası cihada katılmaya gitti; Mağrip’te, Pakistan’da ya da Londra’nın dış mahallelerinde el-Kaide ile birlikte. Ne sosyal ne de siyasi tabanları var. Gerçekten de Küresel Cihad sosyal hareketlerden ve ulusal mücadelelerden soyutlandı. El-Kaide kendisini batılı baskıya karşı savaşında küresel Müslüman “ümmetinin” ileri öncü kuvveti olarak göstermeye çalışıyor ancak başarısız. “Eylemin propagandası” mantığında sıkıştı kaldı ve asla Müslüman toplumlar içerisinde siyasi yapılar kurma zahmetine girmedi.


Çünkü el-Kaide edimlerini batıda yoğunlaştırmaya yöneliyor ya da herhangi bir yerde sözüm ona batılı hedefleri amaçlıyor, gerçekte etkisi sıfıra yakın.


Bu nedenle, siyasi radikalizmi son otuz yıldır Arap dünyasında meydana gelen yeniden-İslamlaşmaya bağlamak bir yanılgıdır. Eğer Arap toplumları otuz ya da kırk yıl öncesinde daha fazla İslamcı olsalardı, gösterilerdeki İslami sloganların yokluğunu ne açıklayacak? İslamlaşmanın paradoksu İslami aşırı derece de-politize etmesidir. Sosyal ve kültürel yeniden İslamlaşma- başörtüsü ya da peçe takılması, cami sayısının artması, imamların ve Müslüman televizyon kanallarının artması- militan İslamcıların müdahalesi olmadan meydana geldi ve aslında üzerinde kimsenin tekeli sevmediği “dini bir pazar" açtı. Özetle İslamcılar, 1980’lerde kamusal alanda dini özgürlük üzerindeki sıkı hâkimiyetlerini kaybetti.


Arap dünyasındaki, Tunus hariç, diktatörlükler, aşırı göz önünde ancak özellikle siyasi olmayan muhafazakâr İslam’ı desteklemiştir. Toplumun ahlakını kontrol etmeye kafaya takmışlardır. (Örneğin başörtüsü sıradanlaşmıştır) Bu, bireylerin yeniden İslamlaşmasını sosyal hareketlere tercih eden “Selefi” hareketle bağdaşır. Batı’da büyük, yeşil yeniden-İslamlaşma olarak görülen şey aslında İslam’ın sıradanlaştırılmasıdır. Fast-food’dan kadın modasına kadar her şey İslami olmuştur. Bununla birlikte dindarlığın şekilleri ve yapıları, bireyselleşmiştir. Şimdilerde kişi kendi inancını kurmaktadır. İslami devlet ütopyasına ilgisini tümden kaybederek Mısırlı Amr Halid gibi kendini-gerçekleştirmeden söz eden önderler aramaktadır. Selefiler, dini değerlerin korunmasına yoğunlaşır ve hiçbir siyasi programları yoktur. Daha da ötesi bugüne kadar düşüşte olduğu varsayılan Sufizm gibi dini akımlar bir kez daha serpilmektedir. Bu büyüyen inanç çeşitliliği İslam sınırlarının ötesine de geçmektedir. Hıristiyanlığa dönüş dalgalarının olduğu Cezayir ve İran örnekleri gibi.


Aynı zamanda bu diktatörlükleri, dini fanatikliğe karşı laikliği savunanlar olarak görmek de hatalıdır. Tunus dışında, Arap dünyasındaki otoriter rejimler toplumu laikleştirmedi; aksine, siyasi erkin doğasını tartışmadan şeriat kanununun dayatmasını içeren yeniden-İslamlaşmanın neo-radikal formuna intibak sağladı. Her yerde, katı muhafazakâr teolojiye dayanan resmi Müslüman kurumlar, devlet tarafından atandı. Bu o kadar etkili oldu ki Kahire’deki el-Ezher Üniversitesi’nde eğitilen geleneksel din görevlilerinin günün temel sosyal ve siyasi sorunları hakkında söyleyecek bir şeyleri kalmadı. Daha açık bir dünyada inançlarını yaşamak için yollar arayan genç nesle önerecek bir şeyleri yoktu.


Bu gelişmeler İslamcı siyasi hareketleri de etkiledi. Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in ve Tunus’taki en-Nahda “Rönesans Parti”nin örneklerinde olduğu gibi. Müslüman Kardeşler, yenilgide (her yerde ona üleştirilen baskı) başarı (İran İslam Devrimi) gibi görünse de sıkıntılı olaylara karşılık değişti. Yeni nesil militanlar bundan ders çıkardı, tıpkı en-Nahda’nın kurucusu eski kurt Raşid Gannuşi gibi. Bir devrimin ardından gücü ele almaya çalışmanın iç savaş ya da diktatörlüğü getirdiğini anladılar. Ve baskıya karşı mücadelelerinde, diğer siyasi güçler ve oluşumlarla ilişkiye geçtiler. Kendi toplumları gayet iyi bildiklerinden, ideolojinin ne kadar az bir yer tuttuğunun farkındalar.

Aynı zamanda Türkiye’den dersler çıkardılar: Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin demokrasiyle uzlaşması; seçim zaferleri; ekonomik gelişme; İslami değilse dahi en azından “özgün” değerlerin tesisi ile ulusal bağımsızlık.


Her şey bir kenara, Müslüman Kardeşler artık alternatif ekonomik ve sosyal bir modelin savunuculuğunu yapmıyor. Kardeşlik, ahlaki olarak muhafazakâr ve ekonomik olarak liberal hale geldi. Bu, hiç şüphesiz, görünüşlerindeki en vurucu değişim. Çünkü 1980’lerde İslamcılar, ezilen sınıfların çıkarlarını koruyacaklarını öne sürüyorlardı. Ekonominin devlete ait olmasını ve zenginliğin yeniden dağıtılmasını istiyorlardı. Bugün, Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Mübarek’in toprak sahiplerine fiyatları yükseltme ve kiracı çiftçileri kovma hakkını geri veren tarımsal karşı-reformlarını onaylıyor. Özellikle sendika militanlığı noktasında “sol”un dirildiği Nil Deltası’ndaki aktif sosyal hareketlerde İslamcılar olmadığı için eksiksiz bir dönüşüm vardır.


Buna rağmen, İslamcıların burjuvalaşması aynı zamanda demokrasi için bir kazanım. Çünkü onları uyum sağlamaya, taviz vermeye ve diğer siyasi güçlerle ittifaklara itiyor. Bu nedenle İslamcılığa karşı en etkin siperin diktatörlük mü olduğu sorusu mevzubahis bile değil. İslamcılar, demokratik oyunda oyuncular haline geldi. Doğal olarak, toplum ahlakı üzerinde kontrol sağlamaya çalışacaklar. Fakat İran’daki baskıcı düzenden ya da Suudi modeldeki dini polisten yoksun oldukları için, milletvekili seçme hakkı ile yetinmeyecek özgürlük talebini de dikkate almak zorunda kalacaklar. Özetle, İslamcılar ya kendilerini modernitede İslam’ın yerini yeniden düşünme iddiası süreci terk ederek konvansiyonel Selefi gelenekle özdeşleştirecek ya da din ve siyaset ilişkisini anlayışlarını yeniden düşünmek için çaba gösterecek.


Mısır’da, Müslüman Kardeşler, devrim geniş ölçüde apolitik kaldığı sürece, gelecek değişimlerde merkezi bir rol oynayacak. Şu an hâlâ protesto siyaseti iş başında. Yeni bir rejim türünün şafağı değil bu. Daha da ötesi, Arap toplumları bir şekilde muhafazakâr kalacak. Ekonomik liberalleşme sürecinin arkasından gelişen orta sınıflar siyasi istikrar isteyecek. Her şeyin üzerinde, diktatörlüğün yağmacı doğasına karşı protesto ediyorlar. Burada Tunus ve Mısır arasında bir karşılaştırma aydınlatıcı. Tunus’ta, Ben Ali ailesi sadece gücü değil aynı zamanda serveti de paylaşmayı reddederek tüm potansiyel müttefiklerini zayıflattı. Patron sınıfı iktidar ailesi tarafından dolandırıldı. Ordu siyasi ve mali olarak marjinalleştirildi. Tunus ordusu fakirdi. Bu nedenle daha büyük bir bütçe verecek demokratik rejimin gelişinde kurumsal çıkar gördü.


Buna karşılık Mısır’da rejimin çok daha geniş bir sosyal tabanı vardı ve ordu sadece siyasi gücü paylaşmanın yanında tüm kazanımlarıyla birlikte ekonominin yönetimiyle de ilgiliydi. Bu bağlamda, Arap dünyasında özgün bir yeri vardır. Bölge boyunca demokratik hareketler, derin kökleri bulunan himayecilik/kayırmacılıkla karşılaşıyordu. Demokrasi talebi, ordu, kabileler ve siyasi elit içerisindeki sadakat ve aidiyetin girift tertiplerinin üstesinden gelebilecek mi? Rejimler ne ölçüde eski sadakatleri sömürebilecek? Ürdün’deki Bedeviler ya da Yemen’deki kabileler gibi. Aksine, böylesi gruplar demokratik değişim hareketinde aktörler haline gelebilir mi? Ve din bu yeni duruma nasıl uyum sağlayacak?


Değişim süreci hiç şüphesiz uzun ve kaotik olacak fakat Arap Müslüman istisnacılık çağının bittiği kesin. Yakın zamandaki olaylar, Arap toplumları içersinde epey bir zamandır ilerleyen fakat bu zamana kadar Orta Doğu’ya karşı batılı yaklaşımın saptırıcı görüşü nedeniyle engellenmiş derin dönüşümlere işaret ediyor. Mısır ve Tunus’taki kasılmalar bu ülkelerdeki insanların kendi tarihlerinden dersler çıkarttıklarını gösteriyor. İslam’la işimiz bitmedi, bu kesin, ne de liberal demokrasi “tarihin sonu”. Fakat en azından bugün artık kendi kendini kuşatmayan- ki hiç olduysa- bir “Arap-Müslüman” kültürü karşısında İslam’ı düşünmeyi öğrenmeliyiz.



* “Kutsal Cehalet: Din ve Kültür Yolları Ayırdığında” adlı kitabın yazarı Oliver Roy, Florence Avrupa Üniversitesi Enstitüsü’nde sosyal ve siyasi teori profesörüdür.


Bu makale Oğuz Eser tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.

AKÇAABAT BELEDİYESİ’NDEN ‘93.YIL KARMA RESİM SERGİSİ’


Akçaabat’ın Düşman İşgalinden Kurtuluşunun 93. Yılı Etkinlikleri Çerçevesinde ‘Erol Günaydın Sanat Merkezi’nde Türkiye’nin Tanınmış Ressamlarının Katılımı İle Karma Resim Sergisi Açıldı.



Akçaabat Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü ile Kültür Araştırma Kurulu ve Akçaabatlı Resim Öğretmenlerinin planladığı ve İlçenin düşman işgalinden kurtuluşunun 93. yılı kutlamaları çerçevesinde Erol Günaydın Sanat Merkezi'nde karma resim sergisi açıldı.



Sergide Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen 51 sanatçının resimleri sergilendi.


Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Ali Candaş, Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Mustafa Salim Aktuğ, İstanbul Işık Üniversitesi Dekanı Basri Erdem, Anadolu Üniversitesi öğretim üyesi Hakan Esmer, Mehmet Ali Doğan, Sezai Kara, Adil Ocak, Gülay Yüksel, Aynur Ocak, Aslı Özen, Durmuş Ali Akça, Yusuf Katipoğlu gibi önemli sanatçıların resimleri sergide yer aldı.

 

Ayrıca bu sergide, Akçaabat Fatih Eğitim Fakültesi ve Akçaabat Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyeleri ile Akçaabat’ta görev yapan öğretmenler ve Trabzon’dan gelen sanatçılarda yer aldı.



Belediye Başkanı Şefik Türkmen yaptığı konuşmada:


“Akçaabat’ta resim dalında çok şanslıyız çok sayıda sanatçımız var. Bu sergiye çok sayıda sanatçımız katılmıştır. Çok iyi resimler olduğuna inanıyorum. Buraya eserleriyle katılan bütün sanatçılarımızı kutluyorum kendilerine şükranlarımı arz ediyorum” dedi.



Akçaabat Erol Günaydın Sanat Merkezi’ndeki 14. Karma Resim Sergisi, 17-25 Şubat 2011 tarihleri arasında açık kalacak ve son gün mesai saati bitiminde sona erecek.


KAYNAK:
HABER - FOTOĞRAFLAR: www.akcaabathaber.com - 8 Şubat 2011 Cuma

17 Şubat 2011 Perşembe

AKÇAABAT'IN KURTULUŞU KUTLANDI

 

Akçaabat ilçesinin düşman işgalinden kurtuluşunun 93. Yıl dönümü bugün (17 Şubat 2011 Perşembe Günü) törenlerle kutlandı.



Atatürk Parkı'ndaki Atatürk Anıtı'na çelenk konulması, saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasıyla başlayan törenlere, Atatürk Caddesi'nde devam edildi.



Buradaki törene Kaymakam Özkan Demir, Garnizon Komutanı Binbaşı Okan Uslu, Belediye Başkanı Şefik Türkmen, Trabzon Muharip Gaziler Dernek Başkanı ve üyeleri, daire amirleri, öğrenciler ve vatandaşlar katıldı.




Belediye Başkanı Türkmen, törende yaptığı konuşmada, tüm şehit ve gazileri şükranla andıklarını belirtti.




Türk milletinin tarihinden gelen birlik ve beraberliği sayesinde her türlü tehlikeye karşı koyacak güçte olduğunu ifade eden Türkmen;

"Dünyamız bilgi çağını yaşıyor. Artık devletler, milletler arasındaki yarış, bilgi ve teknoloji yarışıdır. Bu yarışta en büyük güvencemiz gençlerimizdir'' dedi.

Başkan Türkmen konuşmasını şöyle tamamladı:

“Yirmi birinci yüzyıla girişimizle birlikte, dünyada yeni bir düzen kurulmak üzere önemli olayların yaşanmakta olduğunu görüyoruz.


Dünyada daha önce kurulmuş olan dengeler değişmektedir. Ortadoğu ve Orta Asya’da bulunan enerji kaynakları daha da önem kazanmıştır. Bu nedenle tüm dünyanın gözü bu bölgeye çevrilmiştir.


Önce Afganistan’da daha sonra Irak’ta savaşlar yaşanmıştır. Bugünlerde, aynı bölgenin bir kısım ülkelerinde iç karışıklıklar yaşanmaktadır. Çağımıza uygun olmayan rejimlerin artık sürdürülemeyeceği bir gerçektir. Ancak, bu rejimlerden kurtulmak için aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu masum insanların ölmesi gerekmemektedir.”


Konuşmanın ardından, ilçe belediyesince düzenlenen Akçaabat’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 93. yıldönümü nedeniyle düzenlenen ödüllü “işgal, muhacirlik ve kurtuluş” konulu resim ve hikâye yarışmasında dereceye girenlere çeşitli ödüller verildi.






Halk oyunu ekibince horon gösterisinin sunulduğu tören, resmi geçitle sona erdi.



HABER - FOTOĞRAFLAR: www.akcaabathaber.com - 17 Şubat 2011 Perşembe