3 Nisan 2011 Pazar
MEHMET ÇAKIROĞLU HOCA TEDAVİ GÖRÜYOR
Trabzon’un sevilen simalarından Oflu Mehmet Çakıroğlu Hoca(77), Hastanede tedavi görüyor.
Trabzon’un sevilen ilim ve irfan ehli hocalarından Oflu Mehmet Çakıroğlu Hoca(77), rahatsızlığı nedeniyle Trabzon Fatih Devlet Hastanesi 4. Kat, 409 no.da tedavi görüyor. Büyük bir halsizlik içerisinde olan Çakıroğlu için henüz teşhis konulmamış durumda.
Mehmet Çakıroğlu Hoca, Of’a bağlı Çataldere Köyü, Çakırlı Mahallesi’nden olup halen Of Merkez’de ikamet ediyor. En son Of’a bağlı Oğullu Köyü’nde İmam Hatip olarak görev yaptıktan sonra kendi isteği ile emekli oldu.
Çakıroğlu Hoca, 3’ü kız, 2’si erkek olmak üzere toplam 5 çocuk babasıdır.
İLESAM’DAN KAYSERİ’DE SEMİNER
İLESAM; 1 Nisan 2011 Cuma günü saat 10’da Kayseri Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Sitesi Konferans Salonun’da, “Telif Hakları Bilincinin Eğitim Kurumları ve Ülke Genelinde Geliştirilmesi ve Yaygınlaştırılması” konulu seminer verdi.
İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız, Kayseri Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Sitesi Konferans Salonun’da, 1 Nisan 2011 Cuma günü saat 10’da “Telif Hakları Bilincinin Eğitim Kurumları ve Ülke Genelinde Geliştirilmesi ve Yaygınlaştırılması” konulu seminer verdi.
Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM) Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız, konuşmasında telif hakları ihlallerinden ve korsan kavramından bahsetti. Telif hakkının bir kutsal hak olduğunu belirtti ve korsandan kitap, CD vb gibi ürünleri alanların kul hakkını çiğnenmiş olduğunu söyledi.
Parmaksız, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile birlikte bugüne kadar 15 il de üniversitelerde telif hakları bilincinin yaygınlaştırılması amacıyla programlar düzenlediklerini belirtti.
Korsanın hayatın her alanına girdiğine dikkati çeken Parmaksız, korsanla mücadele için önemli çalışmalar yaptıklarını anlattı. İLESAM’ın 60 ilde korsanla mücadele konusunda İl Denetim Komisyonu üyesinin var olduğunu, korsan adlı virüsün bir an önce önünün kesilmesi gerektiğini ifade eden Parmaksız, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Korsan herhangi bir şekilde yazarından ve yayınevinden izin almadan çoğaltılan, basılan ve yayınlanan her türlü eser için kullanılır.
Herhangi bir kopyalama merkezine veya fotokopi çeken bir yere gidip, ister üniversite olsun ister kopyalama merkezi olsun bir kitabın aynısını çektirdiğimiz zaman o da korsandır.
Korsan hayatımızın her alanında var olan bir şeydir. Bununla mücadele için herkesin elinden geleni yapması gerekir. Telif hakkı kavramı insanlarımız tarafından bilinmiyor.
Özellikle şair-yazar ve akademisyenlerin İlesam’a üye olmamasını bir türlü anlayamıyorum. Nasıl arabamızı ve evimizi kasko veya sigorta ettiriyorsak, eserlerimizi de İLESAM’a üye olarak sigorta ettirebiliriz. Eserlerimiz; evimiz ya da arabamız kadar değersiz mi? ’’
İLESAM’ın 1986 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla kurulan ilk meslek birliği olduğunu anımsatan Parmaksız, ilim ve edebiyat alanında önemli çalışmalar yaparak, Türkiye’ye bu hakkı anlatmakta kararlı olduklarını sözlerine ekledi.
Konferans, İlesam Genel Merkez Yönetim Kurulu üyesi Pehlivan Uzun, İlesam üyesi Prof. Dr. İsmail Görkem ve Süleyman Karacabey tarafından da takip edildi.
Program sonunda Parmaksız, izleyicilerin sorularını cevapladı. Konferansın sonunda İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız, İLESAM olarak her platformda telif haklarının savunucusu olacaklarını ve korsanla mücadele edeceklerini bu konularla ilgili seminer ve konferansların devam edeceğini, yürütmekte oldukları projenin 22 Nisan 2011 Cuma günü Erzincan Üniversitesi'nde verecekleri seminerle son bulacağını söyledi.
TRABZON’DA YOĞUN SİS
Trabzon’da her yıl ilkbahar aylarında yaşanan yoğun sis yine etkin durumda. Sis nedeniyle karayollarında görüş alanı daraldığından sürücülerin araç kullanılırken çok dikkatli olmaları gerekiyor. Hatta sis nedeniyle zaman zaman uçak seferleri aksamakta…
Şehir içlerinde bile görülen yoğun sis insanı karamsarlığa itmektedir. İnsanlar, ilkbaharla birlikte hareketlenen doğada havaların bir an önce açmasını arzulamakta.
Bu durumun en az bir hafta daha etkin olacağı ve hava sıcaklıklarının ise mevsim nomallerinin altına düşeceği ifade edilmektedir.
KARİKATÜRİST HARUN YAVRUOĞLU ‘DEDE’ OLDU
Karikatürist Yazar Harun Yavruoğlu’nun kızı Yavuz Selim Kemik Hastalıkları Fizyoterapisti Elif Köse’nin 01 Nisan 2011 Cuma Günü Trabzon Özel Karadeniz Hastanesinde zorunlu olarak sezaryenle yaptığı doğum sonucu nur topu gibi sağlıklı bir erkek çocuğu dünyaya geldi.
Karikatürist Yazar Harun Yavruoğlu, ilk torun sahibi ve dede oldu.
Baharın ve yeniden doğuşun başlangıcı olan Nisan 1’le Dünyaya merhaba diyen genç yavruya Allah’tan hayırlı ömür ve iki cihan saadeti diler, Yavruoğlu ve Köse Ailelerini tebrik ederiz.
TRABZON HABER AJANSI – 02.04.2011 Cumartesi
MİCHAEL WOLFE: “İSLAM'I NİÇİN KABUL ETTİM?”
www.timeturk.com - 02 Nisan 2011 Cumartesi
Michael Wolfe* / TİMETURK
Amerika’da 25 yıl yazarlık yaptıktan sonra, kinizmimi(1) biraz yumuşatayım istedim. Yeni kavramlar arıyordum, farklı bakabilmek için.
Bu çevrede bazı ihtiyaçları kişinin yetiştirilme tarzı belirler. Çoğulcu geçmişimden dolayı, ırkçılık ve özgürlükle ilgili konulara tabiatıyla büyük önem veriyordum.
Sonra 20’li yaşlarımın başında, 3 yıllığına Afrika’ya gittim. Benim için yapıcı bu süre boyunca, farklı kabilelerden siyahlar tanıdım. Araplarla, Berberilerle ve hatta Müslüman Avrupalılarla karşılaştım. Genellikle bu kişiler, Batının ırkla ilgili saplantısını paylaşmıyorlar, ırkı sosyal bir kategori olarak görmüyorlardı. Karşılaşmalarımızda, farklı renkler çok nadir önem taşıyordu. Önce hoş karşılanıyordum arkasından liyakatim tartılıyordu.
Buna mukabil Avrupalılar ve Amerikalılar, ırkçı tanımlamalardan uzak olanlar dahi, insanları ırklarına göre sınıflandırır. Müslümanlar insanları inançları ve işlerine göre sınıflandırıyordu. Bunu faik ve ferahlatıcı buldum. Malcolm X, ulusunun kurtuluşunu burada görmüştü: “Amerika’nın İslam’ı anlamaya” ihtiyacı var diye yazmıştı, “çünkü bir toplumu ırk sorunundan temizleyen tek din bu” diyordu.
Materyalist kültürün yalnızlaştırıcı kavramlarından kaçış yolu da bakınıyordum. Ruhsal boyuta erişim istiyordum fakat çocukken bildiğim geleneksel yollar kapalıydı. Babam bir Yahudi’ydi annem bir Hıristiyan. Melez geçmişim nedeniyle, her iki dinde de ayağım vardı. Her iki inanç da hiç şüphesiz engindi. Buna rağmen seçilmiş bir halka vurgu yapılmasını desteksiz buluyordum; diğeri, bir gizeme dayalı olarak, çekiyordu beni. Bir yüzyıl önce anne tarafımdan büyük-büyük-büyükannemin adı Ohio Hamilton’daki İsa Kilisesi ana caddesindeki bir vitrayda yer alıyordu. O zamanlar 20 yaşındaydım, bu bana bir anlam ifade etmiyordu.
Bunlar hayatımın ilk zamanlarının sağladığı kavramlardı. Şu an üzerinde düşündükçe, Müslüman Afrika’daki deneyimlerimi daha çok anımsıyorum. Fas’a 1981 ve 1985’teki iki seyahatimde, orada duyumsadığım dengeli hayatla Afrika kıtasının çok az ilgisi olduğunu fark ettim. Yani, nihayetinde peşine düştüğüm bir kıta olamazdı, ne bir teşekküldü ne de başka bir şey. Birlikte yaşayabileceğim bir çerçeve, şu an yaşadığım hayata uygulanabilecek ruhsal kavramlar dağarcığı arıyordum. Karşılığında kültürümü “takas etmek” istemiyordum. Yeni manalara erişim istiyordum.
Bir akşam yemeğinin ardından ellerimi yıkamak için banyoya gittim. Yokluğum esnasında Ortodoks Hasidi Yahudiler dış kapıda dua etmek için sıraya girdi. Bitirdiğim sırada, beni fark etmeyecek kadar dalmışlardı. Banyodan çıkarken, kapı kolunu zor çevirdim. Koridora adım atmak mümkün bile değildi.
Kafam kapıdan dışarı uzanmış, cemaatin sırtlarına bakabilecek şekilde zar zor durabiliyordum. Avuçlarına sığan dua kitaplarıyla etkileyici bir manzara teşkil ediyorlar, zikrederken kitaplarını göğüslerine hafifçe vuruyorlardı. Yavaş yavaş hareketleri değişmeye, rock&roll’un yumuşak salınışına dönüştü. Bitirinceye kadar banyo kapısından onları izledim, ardından koridora çıkıp masama geçtim.
O gece daha sonra Brüksel’e birlikte indik. Uçağa tekrar binerken, yemek tepsisi üzerinde İbranice eski bir gazete gördüm. Uçak Fas’a havalandığında gitmişlerdi.
Bu süre esnasında hayatımın herhangi büyük bir tasarıma uyduğunu söylemeye çalışmıyorum. İlk başlarda, 1981’lerde, seyahat merakım ve iştahım vardı. Param olduğunda, en favori yerim Fas’tı. Seyahat edemediğim zamanlar kitaplara dalıyordum. Bu merak beni egzotiğe güdülü bir avuç yazarla tanıştırdı. Freya Stark gibi cümleler yazabilecek yazarlarla:
“Arabistan’ın ebedi büyüsü, orada, seyyahın basit bir insan olarak yerini bulmasıdır: insanların dolaysızlığı, duygusallara ya da ukalalara ölümcül gelecek daha az girift erdemleri seviyor; Sanırım kendisi için sevilmenin letafeti saat tamircisi Seyit Abdullah’ın bana seyahat için verdiği 5 nedene ilave edilebilir; “kişinin sıkıntılarını arkada bırakmak; rızkını kazanmak; ilim tahsil etmek; güzel davranışları uygulamak; onurlu kişilerle tanışmak”.
Bir istek listem yoktu fakat peşinde olduğuma şeye dair iyi bir fikrim vardı. Metafizik bilime karşı neyse, istediğim din metafiziğe karşı öyle olmalıydı. Dar rasyonalizme ya da kutsal kişilerini memnun edecek gizem trafiğine sıkışmış olmamalıydı. Kutsal kişiler olmamalıydı, doğa ve kutsal arasında bir ayrım olmamalıydı. Bedenle de bir savaş olmamalıydı. Seks doğal bir şey olmalıydı, canlıların oturduğu lanetli bir koltuk değil. Son olarak, ayinsel bir eşlenik istiyordum, algılarımı güçlendirecek ve zihnimi disipline edecek günlük bir rutin. Her şeyin üzerinde, netlik ve özgürlük istiyordum. Dogmanın altında sırf ezileyim diye mantıktan vazgeçmek istemiyordum.
İslam’ı daha fazla öğrendikçe, peşinde olduğum şeye daha fazla uygun görünmeye başladı.
Tanıdığım birçok eğitimli Batılı, herhangi güçlü bir dini iklimi şüpheyle karşılar. Ya dini siyasi bir istismar olarak nitelerler ya da Avrupalı geçmişlerinden gelen izle ortaçağ kavramı olarak yadsırlar.
Düşüncelerinin kaynağını bulmak zor değil. Bin yıllık Batı tarihi ardında, cehalete ve katliama giden yollardan kaçınmak için yeterli derecede neden bıraktı. Çocukların Haçlı Seferi ve Engizisyon’dan yüzyılımızın Nazizm ve Komünizm’in şekil değiştirmiş inançlarına kadar tüm ülkeler, inançtan bir şekilde muzdarip olmuştu. Nietzche’nin dinin yerini modern-ulus devletin alacağı korkusu, trajik olarak doğru çıktı. Bana öyle geliyor ki yüzyılımız, agnostikler kadar inananların da meskûn olduğu inancın ötesinde bir çağa dönüşüyor.
Kiliseye mensubiyetlerine aldırmaksızın, laik hümanizm, biz batılıların aldığı hava, içinden baktığımız objektifti. Herhangi bir dünya görüşü gibi, bu bakış açısı yaygın ve şeffaftı. Demokrasiyle geniş özdeşleşmemizin ve her tür sayısız, ayartıcı şekilde özgürlüğün peşinde koşmamızın temeli buydu. Ortak meşguliyetlerimize dalmış olarak, kişi aynı gezegen üzerinde başka hayat çeşitlerini kolaylıkla unutabiliyordu.
Seyahatim esnasında, örneğin, Müslümanların çoğunluk olduğu 44 ülkedeki 650 milyon Müslüman, İslam’ın temel öğretilerine bağlıydı. Buna ek olarak, yaklaşık 400 milyonu da Avrupa, Asya ve Amerikalarda azınlık olarak yaşıyordu.
Sömürge-sonrası ekonominin desteğiyle, İslam 30 yıllık süre içerisinde Batı Avrupa’daki ana inançlardan biri haline geldi. Tüm dünya dinleri arasında sayısı katlanan tek din İslam’dı.
Politikaya düşkün arkadaşlarım yeni ilgimden dehşete düşmüş olabilir. Hepsi İslam’ı, bir avuç Orta Doğu zorbasının entrikalarıyla karıştırıyor. Okudukları kitaplar, izledikleri haberler, inancı siyasi bir faaliyet kümesi gibi betimler. Ruhsal uygulamasına dair neredeyse hiçbir şey bulunmaz. Mae West’ten bir alıntıyla cevap vermek isterim: “Dini şakaya aldığın her an, kahkahalar senin içindir”.
Tarihsel olarak, bir Müslüman İslam’ı, Hz. Âdem’e kadar ulaşan orijinal dinin son, kemale ermiş ifadesi olarak görür. Hz. İsa ve Hz. Muhammed (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) ile tamamlanan silsilenin parçası olarak İslam’ın, Peygamberlerine büyük saygı duyduğu Yahudilik gibi tereddütsüz tek-tanrılıdır. Milyonlarca insana unuttukları hayat lezzetini geri veren bir yenilenme mesajı olarak İslam dünya sahnesinde kendi payına düşeni yapıyor. Kutsal Kitabı Kur’an, Goethe’ye şu sözleri söyletti: “Bakın, bu öğreti asla hata yapmaz. Tüm sistemlerimizle dahi buraya varamayız, hiçbir insan daha ileri gidemez”.
Geleneksel İslam, beş şartın uygulanmasıyla ifade edilir. İmanın ilanı, namaz, zekât ve oruç kişinin hayatında sürekli izlemesi gereken faaliyetlerdir. Eğer şartlar uygunsa, her Müslüman ek olarak hayatında bir kez Mekke’ye giderek hac görevini ifa etmelidir. Beşinci şart için Arapça terim Hac’dır. Âlimler bu kelimeyi “kasıt”, “esin” ve dünyada gezginler olarak kadın ve erkeklere ilişkilendirmiştir. Batılı dinlerde, hac işlevinin kaybetmiş bir gelenek, bir antika, mecaza indirgenen folklorik bir kavramdır. Öte yandan Müslümanlar arasında Hac, her yıl milyonlarca yeni hacının hayati bir deneyimini bünyesinde toplar. Hayatların modern içeriğine rağmen, hac bir boyun eğme eylemi, bir inanç işi ve ruhsal bir toplumun görüntüsü olmayı sürdürüyor. Müslümanların ekserisi için Hac, bir Kızıl Elma, bir ömrün yolculuğudur.
Yeni bir Müslüman olarak, Mekke’ye gitme zorunluluğu hissediyorum. Seyahate bağımlı biri olarak daha baştan çıkarıcı bir amacı hayal edemezdim.
Her sene oruç ayı Ramazan, Hac’dan yaklaşık 100 gün öncedir. Bu iki ibadet, Müslüman toplum içerisinden yoğun bir farkındalık zamanı oluşturur. Bu zamanı kullanmak istiyorum. İslam hakkında okudum; California’daki evimin yakındaki Cami’ye gittim; Uygulamaya başladım. Artık İslam’ın var oluşun her yönünü doldurduğu bir dine nefsimi daldırarak öğrendiğimi derinleştirmek istiyorum.
Fas’ta başlamayı düşünüyorum. Oraları iyi biliyorum ayrıca geleneksel İslam’ı da uyguluyorlar. İstikrarlı bir yer de sayılır. Başlamak isteyeceğim son yer ise gürültücü mezhepçilerin dümen suyu. Ana akıntıda pedal çevirmek isterim, geniş ve sakin bir suda.
(1) Kinizm: Doğayla uyum içerisinde erdemli bir hayatın, hayatın gayesi olduğunu söyleyen eski Yunan felsefe okulu. Antisthenes’in kurduğu okulun tanınmış filozofları arasında Diogenes bulunur. Servet, güç, sağlık ve şöhret gibi sıradan arzuları reddederek basit bir hayatı öğütler.
*Michael Wolfe (3 Nisan 1945 Birleşik Devletler doğumlu) şair, yazar ve Unity Productions Foundation’ın Başkanı. Aynı zamanda Harvard, Georgetown, Stanford, SUNY Buffolo ve Princeton gibi Birleşik Devletler’deki çeşitli üniversitelerde İslami konularda dersler veriyor. Wesleyan Üniversitesi’nden Klasikler lisansı bulunuyor.
Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.
www.timeturk.com - 02 Nisan 2011 Cumartesi - 14:35
1 Nisan 2011 Cuma
ÖZEL TİM NEFESLERİ KESTİ
Ordu Özel Harekât Şube Müdürlüğü'ne bağlı özel harekât polislerince, Çamaş ilçesindeki atış sahasında nefesleri kesen bir tatbikat yapıldı.
Ordu Emniyet Müdürlüğü Özel Harekât Şube Müdürlüğü ekiplerince yapılan “Yakın Alan Operasyonu Tekâmül” kursu sona erdi.
Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Daire Başkanlığı’nca görevlendirilen beş uzman öğretmen tarafından verilen kursa Ordu’da görevli 31 özel harekat personeli katıldı.
Operasyonları Tekâmül Kursu"nu başarıyla tamamlayan özel harekât personelleri, Çamaş ilçesindeki atış alanında gösteri tatbikatı yaptı.
Gösteri tatbikatını, Vali Orhan Düzgün, Vali Yardımcısı M. Mustafa İmamoğlu, Çamaş Kaymakamı Hüseyin Tekin, İl Emniyet Müdürü Mehmet Avcı, Özel Harekât Şube Müdürü Gürcan Karaoğlu, emniyet müdür yardımcıları, şube müdürleri de izledi.
Düzenlenen gösteri tatbikatı öncesinde, Özel Harekât Şube Müdürü Gürcan Karaoğlu, Özel Harekat Şube Müdürlüğü'nün çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Ordu Özel Harekât Şube Müdürlüğü’nün 14 Kasım 1988 tarihinde İl Emniyet Müdürlüğü bünyesinde Özel Harekât Grup Amirliği şeklinde kurulduğunu, 9 Haziran 1991 tarihli İçişleri Bakanlığı’nın Onayı ile de Özel Harekât Şube Müdürlüğü’ne dönüştürüldüğünü anlatan Karaoğlu, şube müdürlüğünde 10 zırhlı, 6 Land-Rover olmak üzere toplam 16 araç ve 131 personel bulunduğunu kaydetti.
Karaoğlu'nun konuşmasının ardından özel harekât şube müdürlüğü ekipleri, bina ile otobüs operasyonları, ileri atış teknikleri ve keskin nişancı atışları gösterisi yaptı. Binadan rehine kurtarma operasyon gösterisinde hazırlanan senaryo gereği, yasa dışı örgüt mensuplarının bir evde rehine olarak tuttukları bir kişi, 6 kişilik bir ekibin eve düzenlediği operasyon ile sağ olarak kurtarıldı.
Tatbikatın 2. aşamasında, senaryo gereği yasadışı bir örgüt mensubu tarafından kaçırılan şehirlerarası bir otobüse operasyon düzenlendi. 15 personel tarafından tabanca ve kalkan kullanılarak icra edilen operasyonda, otobüsteki yolcular sağ olarak kurtarıldı.
Gösteri tatbikatının 3. aşamasında ise, bina operasyonlarında, sokak çatışmalarında ve ilerlemeler esnasında ani çıkan hedeflere karşı, 3 personel tarafından tabanca ile yakın mesafeden ateş edilerek, ileri atış teknikleri gösterildi.
Tatbikatın 4. ve son bölümünde ise özellikle rehineli operasyonlarda kullanılan keskin nişancı, 200 metre mesafedeki 3 tane balondan oluşan hedefi, keskin nişancı tüfeği ile vuruldu. Balondan açılan bayrak büyük beğeni topladı.
VALİ KUTLADI
Vali Orhan Düzgün, Özel Harekât personellerinin nefesleri kesen gösteri tatbikatını izledikten sonra, tatbikatı yöneten Özel Harekât Şube Müdürü Gürcan Karaoğlu'nu ve tatbikata katılan özel harekât personellerini,
"Devletimizin sunduğu tüm hizmetlerin vatandaşlarımıza ulaşabilmesi için, öncelikle huzur ve güvenlik konusunda bir sıkıntı olmaması gerekiyor.
Sizlerin varlığı ve başarılı çalışmaları, ilimizde huzur ve asayişi bozmak isteyenlere karşı en iyi cevap olacaktır.
Bu eğitim tatbikatını başarı ile gerçekleştiren sizlere teşekkür ediyorum" diyerek kutladı.
Ortaya konulan tatbikat izleyenler tarafından beğeni topladı.
Kaynak: Ordugüncel.net - haberx.com
HABER: Soner TUTKUN / www.Muzura.Net – 01.04.2011 Cuma
AKDENİZ’DE ŞİDDETLİ DEPREM
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nden alınan bilgiye göre, bugün saat 16.29′da Akdeniz’de 6.3 büyüklüğünde, şiddetli bir deprem kaydedildi.
Fethiye açıklarındaki deprem, 12 km derinlikte meydana geldi. Depremin, Bodrum’a uzaklığının yaklaşık 170 kilometre olduğu öğrenildi.
VATANDAŞLAR PANİĞE KAPILDI
Akdeniz’de, 6,3 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Muğla’nın Bodrum, Fethiye ve Marmaris ilçelerinde de hissedilen deprem, vatandaşların kısa süreli korku ve panik yaşamasına neden oldu.
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsünden alınan bilgiye göre, saat 16.29′da merkez üssü Akdeniz olan 6,3 büyüklüğünde, ”şiddetli” deprem kaydedildi.
MUĞLA VE MARMARİS’TE DE HİSSEDİLDİ
Antalya’nın yanı sıra Muğla’nın kıyı ilçelerinden Fethiye ve Marmaris’te de hissedilen deprem kısa süreli paniğe neden oldu. Fethiye’de vatandaşların korku içerisinde evlerini terk ettiği görüldü.
Deprem sırasında toplantı halinde olan belediye meclis salonunda da heyecanlı anlar yaşandı.
Bu arada, bu depremden yaklaşık 15 dakika sonra yine merkez üssü Akdeniz olan 4,1 şiddetinde bir deprem daha kaydedildi.
Kaynak : Sabah
www.haberbugun.com – 01.04.2011 Cuma
Fethiye açıklarındaki deprem, 12 km derinlikte meydana geldi. Depremin, Bodrum’a uzaklığının yaklaşık 170 kilometre olduğu öğrenildi.
VATANDAŞLAR PANİĞE KAPILDI
Akdeniz’de, 6,3 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Muğla’nın Bodrum, Fethiye ve Marmaris ilçelerinde de hissedilen deprem, vatandaşların kısa süreli korku ve panik yaşamasına neden oldu.
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsünden alınan bilgiye göre, saat 16.29′da merkez üssü Akdeniz olan 6,3 büyüklüğünde, ”şiddetli” deprem kaydedildi.
MUĞLA VE MARMARİS’TE DE HİSSEDİLDİ
Antalya’nın yanı sıra Muğla’nın kıyı ilçelerinden Fethiye ve Marmaris’te de hissedilen deprem kısa süreli paniğe neden oldu. Fethiye’de vatandaşların korku içerisinde evlerini terk ettiği görüldü.
Deprem sırasında toplantı halinde olan belediye meclis salonunda da heyecanlı anlar yaşandı.
Bu arada, bu depremden yaklaşık 15 dakika sonra yine merkez üssü Akdeniz olan 4,1 şiddetinde bir deprem daha kaydedildi.
Kaynak : Sabah
www.haberbugun.com – 01.04.2011 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)