17 Mayıs 2011 Salı

MEVLANACILIK, YUNUSCULUK “İSLAM’I YOKEDİYOR”


Araştırmacı Yazar AHMET MUSAOĞLU-09.05.2011

“SEVGİ” her şeyi ‘Tamir eder’, her ‘Yarayı iyileştirir’ deniliyor...


Bakınız bakalım siyasete…
“Sevgi” denilen “yapıştırıcı”
Kemal Kılıçdaroğlu’na Tayyip Erdoğan’ı niye sevdir(e)miyor?..
Ya da tersi…
Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu neden sev(e)miyor?..
Ve yahutta…
Devlet Bahçeli, Erdoğan’ı ve Kılıçdaroğlu’nu neden sev(e)miyor?
Bunun tersi de soru…
“Sevgi” denilen neyse o “her şey” ama,
“Nedense hiçbir işe yaramıyor”
Yok eğer “işe yarıyor” deniliyorsa,
“İyileştirmeli” değil mi “yaraları”
“Tamir etse ya kavgaları”
“İşe yaramıyor, tamir edemiyor”
Ülkemizin “yararı” ve “dirliği” için “görünmesi gerekiyor” ama,
“Siyasete (de) uğramamış, ortalıkta görünmüyor”


* * *
Ailelere de bakınız…
Evliliklerde “karı-koca” birbirlerini (neredeyse artık hiç) sev(e)miyor,
Gelin” ‘Kayın Ana’ ve ‘Kayın Baba’yı sevmeyi bırakın,
“Görmeyi bile” istemiyor;
Çocuklar “Anne-Baba” takmıyor,
Anne-Baba ise, çocuklara “sabır taşırıyor”
Büyükanne ve Büyükbabalar “kocamışlardan”
“Sevgi” hep sahnede,
Hiç de inmiyor, ama,
Evlatlar ancak, Anne-Babalarını “Huzurevine yatırdıklarında” rahatlıyor!
Fakat, bu durum da “aileyi tutkallayamıyor” çünkü,
“Sevgi Seli” gelince, “Huzursuzluk” tüm aile bireylerine “yapışıyor”


* * *
Kamu ve özel işyerleri daha da şenlikli!..
“Amir Memurunu, Memurlar amirini”
Neredeyse tüm memurlar;
“Tayyipçiler”,Kemalciler”,Devletçiler”,Demirtaşgiller”
Birbirlerini sevmiyor… Dahası…
“Bakkal Marketi”,Müşteri Satıcıyı” sevmiyor…
Dahası da var, “kimseler kimsecikleri sevmiyor”
Tarafların birbirine itimatı da kaybolmuş,
“Menfaatçilik” almış başını gidiyor,
“Olumsuzluk” her şeyde, her yerde,
“Sevgi”ortalıkta görünmüyor” ama,
“Huzursuzluk” her yerde, her şeyde görülüyor…


* * *
“Mahalle veya toplumsal hayat”
Ahlar, vahlar çekiliyor,
Arkadaşlıklar ölmüş, dostluklar göçüp gitmiş deniliyor,
“Daire kapıları birbirlerine bakanlar birbirini tanımıyor”
“Ölüler” bile evlerde, kimseciklerden habersiz (!),
Günlerce de yaşayabiliyor!
“Sevgi” HABİBAT(çılar) ile “gelmiş”
“Mahalle yapımızı” da yoketmek için gönderilmiş,
Hâl bu ama, “farkındalık” yaşanamıyor;
“Sevgi” denildikçe “ülkemiz/inancımız” yaşamı yokoluyor…
“Devlet Bireyden”, “Birey Devletten”, “Herkes birbirinden korkuyor
“Siviller” ile “Sivil olmayanlar”, birbirlerini “görmek bile” istemiyor,
“Toplumsal bütünlük aranıyor ama”
Bulduğumuz “huzursuzluk” başka bir şey olmuyor,


* * *

“Sevgi” denildikçe “Sevgisizlik” doğuyor…
“Sevgi” yaraları “iyileştiriyor(muş)”
Tüm “yaraların ilacı” oluyor(muş)
“Her şeyi tamir ediyor(muş)”
Denilse de, öyle olmadığı,
“Sevgi” denilenin “hiçbir işe yaramadığı” görülebiliyor;
“İnsanı, yaradandan ötürü sevin” denilse de,
Yeşeren “Sevgi olmuyor”, aksine,
“Sevgisizliği”, “Huzursuzluğu” kucağımızda buluyoruz…


* * *
“Beklenip de gelmeyen ruh: Sevgi”
“Sevgi” denildikçe “Sevgisizliğin” doğduğunu görebilmek için,
Pek fazla “akıllı (bilgili)” olmaya gerek yok;
“Ruh çağırır” gibi, “Eğer geldinse kapıya vur” denilip duruluyor ama,
Beklenip de gelmeyen ruh gibi”, “Sevgi” degelmiyor”,
Çağrıya uyup gelen “Sevgi” değil, “Sevgisizlikle gelen huzursuzluk” oluyor,


* * *
Ne varsa ‘yıkıyor’ ama...
“Sevgi” çağrısı gibi bir “işe yaramamazlığa”
Hemen herkes inanıyor;
“Tamir edemiyor”
Yarayı iyileştiremiyor,
“Sevgi” ya da “insan sevgisi”
Evrensel değer ölçüsü” yapılsa da,
Her “inanç sistemi”nin “değer ölçüsü” farklı,
Bu sebeple, “Evrensel değer ölçüsü olamıyor”
“Yapıştıramıyor”
Aksine, “Ayrıştırıyor,
Korunulması gereken ne varsa ‘yıktığı’ da görülüyor” ama,
“Sevgi” ÖLÇÜ OLMADIĞI için ortalıkta hiç görünmüyor…


* * *
“Sevgi ölçü değil, Ölçüsüzlük” oluyor…
“Sel” gibi “Sevgi” istenilse de,
“Bu istek” onu “toplumsal değer ölçüsü” yap(a)mıyor,
“Sevgi” denilen “değer ölçüsü” ortalıkta olmayınca da,
“Yapıştırıcı da” olamıyor,
Ortada “Sahte Sevgi” bulunduğu için de,
Olan sadece “kandırmaca”
O da “Sevgi” yerine “SevgiSİZLİK” yeşertiyor.
Sevgi” istenilmesi, “Ölçüsüzlük (Sahte Ölçü)” de oluyor ama,
“Değer ölçülerimize saldırı”
Bizi “Huzursuz/hasta” yapmayı da seviyor!..


* * *
“Mevlanacılık” ve “Yunusculuğun”
“Sevgi” temelli istekleri “Ölçüsüzlük” olduğu için,
Toplumdaki “çatışmalar”, ayrışmalar da durmak bilmiyor,
“Sevgi” veya “insan sevgisi” temelsizliği,
“Gerçek değer ölçüsü” olmadığı için,
Toplumun “ortak payda”sı da olamıyor,
“Yapıştırıcı/tamir edici” denilen,
“Bütünleştirmiyor ayrıştırıyor, yıkıcı da oluyor”
“Sevgi/İnsan sevgisi” amacı sözcülüğü “İslamdışılık” ama,
“Sevgi” yayıcısı “Mevlanacılık” ve “Yunusculuk”,
Bu hurafeyi “Din diye” yaşantımıza sokmuş bulunuyor…


* * *
“Sevgi/İnsan sevgisi” hurafesi neden isteniliyor?
Bilinebiliyor ki, “Sevgi/insan sevgisi ölçüsü(zlüğü)” yaygınlaştıkça,
İslam olan, “İslam olmaktan” çıkıyor,
“İslam olmayan” Müslümana “değer ölçüsü” yapılınca,
“Hıristiyan olan Müslümanca seviliyor”
“İslam, ancak Müslümanlar kardeştir” diyor ama,
Sevgi/Hoşgörü” istenilmeye görsün,
“Yahudilerle kardeş” de olunabiliyor,
İstenilen de zaten bu,
Dinlerin kardeşliği hurafesi” oluyor...


* * *
“Akledilemediği” için görülemiyor…
Yoksa niye düşünülmesin ki?
“Sevgi”nin insana değil,
“Allah’a ve O’nun yolunda olanlara” olması gerektiği yoksayılıp,
İslamdışılığa açılım” yapılıyor,
Mevlana’ya atfen:
Yaradanın tecellilerine aşıksa bir de, O’nun hatırına, kusurlar kusursuzlaşıyor.”
“Ölçüsüzlüğü ölçü” alınınca, “Hıristiyan olmanız” gerekmiyor, fakat,
“Hıristiyangibileşmeniz” kaçınılmaz oluyor,
“Mevlanacılık, Yunusculuk” ölçüsü(zlüğü), ‘İslam olan’ı çözüyor,
“Yaratılanı Yaratandan ötürü sevmek” Sevgisi (Yunusculuk),
“Müslüman olmayanı (Ötekini)”, “Müslümana sevdirmeye” yetiyor,
Kur’an-ı Kerim; “Allah için, sevin, Müslümanı dost edinin” diyor ama,
İslam’ın” yerini “Sevgi dini!!” alınca,
“Allah için sevmememiz gerekenleri, her türlü insanı seviyor”
“İslamı artık gereği gibi sev(e)miyorsunuz!”
“Yanlışlık/İslamdışılık” saygı görmemeli ama,
“Mevlanacılığın ve Yunusculuğun” saldırısı ile
Kimliği kırılan Müslüman”, yanlışa saygı duymaya başlıyor,
“İslam olan” ile, “Öteki (gayrimüslimler)” arasındaki fark,
“Sevgi dini”yle yokedilince,
“Müslüman kişi”, Hıristiyan ve Yahudi ile “aynileşiyor”,
Aynileşme, “Tek Tipleş(tiril)me”,
“İslam coğrafyasını işgal edince”
“İslamın din anlayışı” artık orada daha tutunamıyor,
“Hamken pişen yananlar” “İslam olanı” sulandırıyor,
“Yaratıktan şikayet, Yaratandan şikayettir”
Saldırısıyla da “kimliği kırılan” Müslüman,
Kendinden olmayana (Öteki’ne):
“Senin inancın ile benim inancım arasında fark var” diyemiyor,
“Farkındalığı” yokeden “Mevlanacılık”
“İslam din anlayışını” reforme etmesini sürdürüyor…


* * *
Ya Mevlana “alim değil” ya da “Mevlanacılık” Mevlana’dan değil…
“Mevlana”yı da çok uzun zaman olmayan önceden “tanıdık”
“Proje” var veya yok,
“Sevgi” denilen “din!!..”,
“Mevlana” üzerinden “Mevlanacılık” olarak “İslam’a saldırıyor”
“İnsan sevgisi” denilerek, “Müslüman kimlik” kırıldıkça kırılıyor,
Kasti olarak “Sevgi” denilip durulsa da,
Kur’an çağrısı “Akletmez misiniz?”i ölçü aldığımızda,
Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (k.s.)’nin,
Aşağıdaki dizeleri söylediğini kabul edebiliyoruz:

“Ben yaşadıkça Kur'an’ın bendesiyim
Ben, Hz. MUHAMMED MUSTAFA’nın yolunun tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan şikayetçiyim, o sözden de şikayetçiyim”

Yukarıdaki “evrensel çağrısı” yoksayılıp yerine,
Mevlânâ’nın “ana evrensel çağrısı” olarak;

“Gel ne olursan ol, gel!
İster kafir, ister mecusi, ister putperest ol gel!
Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel”

Şeklindeki dizeler “Mevlana çağrısı” olarak sunuluyor:

Peki de, “Mevlana” denilen kişi, “eğer İslam alimi” ise,
Hangi “dizelerdeki” O’dur? Ya da hangi dizeler O’nundur?
“İlk dörtlük” dizeleri, “Gerçek Mevlana”,
“İkinci dörtlük” dizeleri ise, “Sahte Mevlana” oluyor,

Bir başka şekilde söylersek de,
İlk dörtlük; “İslam alimi Mevlana”nın,
İkincisi ise, “Mevlanacılığın/İslamdışılığın” öngörüsü oluyor:

“Putperest olsan da, Yüzkere tövbeni bozsan da, gel” demek;
“İslam dinini sulandırıyorum”,
Yerine “Sevgi dini’ni koyuyorum” demek oluyor;

“Hangi Mevlana, Hangi Mevlevilik, Hangi İslam” diye soruyorsanız,
UNESCO’lu “İnsanlığa Bırakılan Sözlü ve Manevi Başyapıt” anlayışı,
“İçi boşaltılmış Mevlana/Mevlevilik/İslam” oluyor…
“Sevgi-İnsan sevgisi” ya da “manevi başyapıt” ölçüsü(zlüğü),
“Mevlana”dan da, “İslam’dan da” olmuyor…


* * *
“Dikkat edin, kalbler… Allah'ı anmakla huzura kavuşur” (Ra'd/28),

“Sevgi” ile “huzur bulur” denilmiyor,
“Sevgi-İnsan sevgisi” hurafesi,
“Varın siz de biraz oyalanın” olur, Başka bir şey olmaz, olmuyor.
Söz edilen “kalp” de zaten, “Gerçek kalp”;
İnsan sevgisini” evrenselleştiren kalp ise, "Sahte kalp" oluyor.
Sahte Mevlana” üzerinden “Sevgi” hurafesi yaşatılıp,
“Gerçek Mevlana” ve “İslam dini” kapı dışarı ediliyor;
“Sahte Mevlana” ve “Mevlanacılık”;
Yeryüzüne “Tanrılarının Krallığını” bekleyenleri sevmek,
“Dinlerin birleştirmesi” amacına hizmet,
“İslam dinini yok etmeyi istemek gibi” oluyor…


* * *
“Her şey çift yaratılmıştır” (Zariyat/49)

“İnsanlık Tarihi” de zaten bunu gösteriyor,
“Sahteleri de var” ama,
“Gerçek din/mesaj” ya da “Doğru tercih” de bulunuyor,
“Sevgi dini” yanlışlığı, “İnsanı seven yaratanı severmiş” dese de,
“Doğru mesaj/tercih” almanın/yapmanın, “İnsan olmakla” ilgisi bulunmuyor,
Kimileri, “İnsanı seven yaratanı severmiş” iddialarıyla,
“İslam dinine fiilen saldırıyor”
Çünkü, “İslam dini”
“Habil” ve “Kabil” prototiplerini ya da ‘Sevme’ ve ‘Sevmeme’ tercihlerini,
İnsanoğlunun önüne zaten koymuş bulunuyor.


* * *
“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi
imtihan etmek için...gökleri ve yeri...yaratandır..” (Hud/7)

Yeryüzü “İmtihan Salonu”,
İnsanoğlu da bu salonda “imtihan da” oluyor,
Sözkonusu bu “imtihan” da,
“Habil tercihi” yapmak da,
“Kabil tercihi” seçmekte mümkün,
“İnsanlık Tarihi”Tercih Tarihi’ oluyor.

“Allah’ı, Hz.Muhammed’i, SevMeyen insanı sevmeMek” tercihi,
Bu, “sevilmeyecek” kişiye “düşmanlık beslemek değil”,
“Habil Tercihi”ni yapmak oluyor,

“İmtihan” öncesi verilen “Gerçek Bilgi/Kur’an” de zaten,
“Kabil Tercihi” yapmayı “kişiye tavsiye etmiyor”
“Kur’an’ı yoksayan insanları”, “insan” diye “sevmek”,
“Sahte Bilgi”yi “tercih etmek” olur, oluyor…

“Gerçek Bilgi” ve “Sahte Bilgi” her dönemde ortada,
HABİL, insan ama, sevilmesi gereken; ”Özgür/lük”
KABİL, insan olsa da, sevilmeMesi gereken, “İtaatsiz/lik” oluyor.
“Mevlanacılık” veya “Yunusculuk”un,
“EVRENSEL SEVGİ / İNSAN SEVGİSİ” ölçüsüzlüğü
“İslamdışılık”, başka bir şey olmuyor…


* * *
Hz. Kur’an-ı Kerim diyor ki:

“Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun
-babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa-
Allah'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin.
…Allah…Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak…
Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır.
İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır.
İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece
Allah'ın tarafında olanlardır.” (Mücadele/22)


Ahmet MUSAOĞLU - 09.05.2011
http://www.ahmetmusaoglu.org

TEMA TRABZON ile DOĞAL VE TARİHİ DEĞERLERİ KORUMA DERNEĞİ’NDEN GÜMÜŞHANE YEŞİLDERE KÖYÜ’NE ZİYARET


Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği ve TEMA Vakfı Trabzon Temsilciliği’ne bağlı kafile tarafından Gümüşhane İline bağlı Yeşildere (Haşere) Köyü’nün doğal, kültürel ve tarihi değerleri yerinde gezildi.

 

Trabzon ve Doğu Karadeniz Bölgesinin sahip olduğu, doğal, tarihi ve kültürel değerlerin tespiti, tanıtılması ve korunması için çalışma yapmak ve korunması için halkı bilinçlendirmek amacı ile kurulan ve bu doğrultusunda etkinlikler düzenleyen DOĞAL VE TARİHİ DEĞERLERİ KORUMA DERNEĞİ ve TEMAVAKFI TRABZON TEMSİLCİLİĞİ üyeleri ve dostları, 15 Mayıs 2011 Pazar Günü, yağmurlu bir Trabzon'dan ayrılıp güneşli harika bir günde Gümüşhane'ye bağlı Yeşildere (Haşere) Köyü ve vadisine, tanıma ve tanıtma gezisi düzenledi.



Gümüşhane'nin saklı güzelliklerden olan ve pek çok tarihi ve doğal güzelliği bağrında barındıran Yeşildere Köyünde bölgemizin en eski tarihi eserlerinden ayakta kalabilen birkaçını tespit ederek, sizlerle paylaşmak istedik. Ne yazık ki, bunların çoğu halen bilinmemekte ve koruma altına alınamadıklarından tarihi ve doğal güzelliklerimiz hızla yok olmaktadır. Ve aynı şekilde ormanlarımız inanılmaz bir şekilde tahrip edilmektedir.



Köyde var olan tarihi eserler; geçmiş dönemlere ait bazı binalar, harap kilise ,
1910 yılında inşa edilen ilkokul ve ortaokul, çok özgün ve kesme taş ve ahşap işçiliğine sahip pek çok yöresel tarzda inşa edilmiş ev ve diğer yapılar, yığma taş duvarlarla çevrili bahçeler ve bahçelerde yöreye özgü armut, elma, erik, üzüm ve diğer meyva çeşitleri.


Yeşidere (Haşere) Köyü, antik çağdan Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemine kadar kullanılan tarihi Trabzon-Tebriz kervan yolunun Kolat Geçidi-Bozbend Geçitlerinden geçerek, Gümüşhane'ye ulaşan ipek yol güzergahının üzerinde idi. Ve Yeşildere Köyü, Yavuz Sultan Selim Han döneminde Bozbend Geçidi'nin güvenliğini sağlamak ve yolun bakımını yapmakla görevli olan bir köydü.



Yeşildere Köyünde meyve çiçekleri ile bezeli vadinin sarı çiçekli tarlalarında, tarihi mekânlarında objektifimize takılan birkaç görüntüyü kaydettik.


Yeşildere Köyü ve çevresi, bahçeleri, tarihi ve dini yapıları (kilise, cami), yöreye özgü mimari tarzdaki evleri, baharda eriyen karlarla coşan şelaleleri, yeşilin her tonuna haiz ormanı ve Zuvar çayırları ile görülmeye değer ve korunması gereken sanki saklı bir cennet gibidir.





Köyün sahip olduğu doğal ve tarihi değerler; yöre halkının ve devletin ilgisine ve yetkililerin bilinçli olmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Umuyoruz ki, bu durumun farkına varması gerekenler kısa vadede fakına varır ve bu güzelliklerin, tarihi değerlerin ve kültürel mirasımızın korunmasını sağlarlar.



Bu tarihi ve doğal güzellikleri ve baharın müjdecisi meyve çiçekleri ile bezeli vadinin sarıçiçekli tarlalarında çekilmiş fotoğrafları da sizlerle paylaşıyoruz.



Herkesin bu güzellikleri görüp, gezip, tozması dileğiyle…

HABER-FOTO: Coşkun ERÜZ*-16.05.2011 Pazartesi

* Yrd. Doç. Dr. Coşkun ERÜZ: KTÜ Öğretim Üyesi - (TEMA Vakfı Trabzon Temsilcisi, Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği Başkanı)

GEZİDEN FOTOĞRAFLAR















FOTOĞRAFLAR: COŞKUN ERÜZ -15.05.2011

KILIÇDAROĞLU, 18 MAYIS’TA AKÇAABAT'TA ve TRABZON’DA KONUŞACAK


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 18 Mayıs 2011 Çarşamba Günü Saat 13.00’de Akçaabat Sahil Park’ta ve aynı Gün Saat 14.00 Trabzon Hükümet Konağı Önünde konuşacak.



Bugün Partisinin Erzincan Mitinginin ardından özel uçakla Trabzon'a gelen Kılıçdaroğlu'nu Trabzon Havalimanında partililer sloganlarla karşıladı. CHP Parti otobüsüyle kent merkezindeki bir otele giden Kılıçdaroğlu'nun geceyi Trabzon'da geçireceği öğrenildi.

Kılıçdaroğlu'nun, partisinin Ordu ve Giresun mitinglerine katılmak üzere yarın sabah saatlerinde hareket edeceği ve 18 Mayıs 2011 Çarşamba Günü de Saat 13.00’de Akçaabat Sahil Park’ta ve aynı Gün Saat 14.00'de Trabzon Hükümet Konağı Önünde düzenlenecek mitingde konuşacağı bildirildi.

VALİ KIZILCIK; KANADA BÜYÜKELÇİSİ MARK E. BAİLEY’İ KABUL ETTİ


Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık, Kanada Büyükelçisi Mark E. Bailey ve Kanada Büyükelçiliği 2. Kâtip Timothy Mackey’i makamında kabul etti.

Trabzon’da düzenlenecek olan Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları(EYOF)’na Büyükelçi Mark E. Bailey’i davet eden Vali Kızılcık, olimpiyatlar sayesinde Kanada’nın Vancouver Kenti gibi dünyanın yaşanılabilir şehirleri arasında yer alan Trabzon’u dünyaya en iyi şekilde tanıtmak istediklerini ifade etti.

Trabzon’da düzenlenecek olan Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları’nda Büyükelçi Mark E. Bailey’i de şehrimizde görmek istediklerini ifade eden Vali Kızılcık,


“Türkiye ve Kanada olarak uluslararası alanda iki dost ülkeyiz. Temmuz ayında şehrimizde Avrupa Gençlik Olimpik Oyunlarına ev sahipliği yapacağız.


Bu nedenle sizlerin düzenlediğiniz Dünya Kış Olimpiyatlarını görmek ve oradaki tecrübeyi buraya katmak için geçtiğimiz yıl Vancouver kentine gittik. Özellikle açılış seremonisi muhteşemdi.


Sizleri de Temmuz ayında yapacağımız Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları seremonisinde görmek ve ağırlamak arzusundayız” dedi.


Kadana Büyükelçisi Mark E. Bailey’in Trabzon’da misafir etmekten duyduğu memnuniyeti dile getiren Vali Kızılcık;


“Bildiğimiz kadarıyla Vancouver dünyanın yaşanılabilir birinci kenti idi. Trabzon’umuzda dünyada yaşanılabilir kentleri arasında önde gelenlerinden bir tanesidir. Bizim bu olimpiyatlardaki en büyük arzumuz Trabzon’umuzun yaşanılabilir bir kent olduğunu, tarihsel ve kültürel zenginliklerini tüm dünya ile paylaşabilmektir.


Bu duygu ve düşüncelerle tekrar hoş geldiniz diyorum” dedi.



Trabzon’u çok beğendiğini belirten Büyükelçi Mark E. Bailey ise, şehrimizde düzenlenecek olan olimpiyatlara katılmak için elinden geleni yapacağını ifade ederek,


“Çalışma arkadaşlarım ve eşimle birlikte burada bulunmaktan son derece memnunum. Dün biraz gezmek fırsatı buldum. Trabzon gerçekten çok güzel ve çok hareketli bir şehir. Tabi dün gecedeki futbol maçının sokaklara ne kadar güzel yansıdığını da görme fırsatı buldum. Trabzonspor’un başarısının sokaklardaki insanların yüzerlinde yarattığı mutluluğu izleme fırsatı bulmaktan son derece memnun oldum.


Bende sizin şehrinizde yapılan açılışa katılmak için elimden geleni yapacağım” dedi.


Ziyaretlerinin iki amacı olduğunu kaydeden Büyükelçi Mark E. Bailey,


“Ziyaretimizin iki nedeni var.


Birincisi Kanada’nın Türkiye ile dostluğunu ve ilişkilerine verdiği önemi göstermek. Burada bulunduğumuz süreç içerisinde başta Ticaret ve Sanayi Odası olmak üzere birçok toplantı gerçekleştireceğiz.


Diğer amacımız Türkiye’nin demokrasisini yalnızca Ankara’da değil, diğer bölgelerde de görmek.


Seçim kampanyasında yer alan insanlarla da bizzat görüşmeler yapacağız.(!?) Türkiye’deki demokrasi kültürünün nasıl geliştiğini, Türkiye’nin her yerinde nasıl başarıyla uygulandığını göreceğiz.


Burada bulunmaktan dolayı tekrar memnuniyetimi dile getirmek isterim” dedi.


Konuşmaların ardından Vali Kızılcık, Büyükelçi Mark E. Bailey’e telkariden yapılmış plaket verirken, Büyükelçi Mark E. Bailey’de Vali Kızılcık’a ülkelerini tanıtan bir hediye verdi.

(VB-16.05.2011 Pazartesi)

İNTİHAR GİRİŞİMİ ile İLGİLİ VALİLİKTEN AÇIKLAMA

Trabzon Valiliği’nce bugün sabah saatlerinde Trabzon Valilik çatısına çıkarak, intihar girişiminde bunan şahıs ile ilgili bugün bir basın açıklaması yapıldı.


Trabzon’da 7 yaşındaki kızının ilik kanseri olduğunu iddia eden ve Trabzon Valiliği’ne gelerek, yardım talebinde bulunan Karabük nüfusuna kayıtlı Doğan U.(30) isimli şahıs, yardım talebine “Araştıralım” cevabına alınca bugün sabah saatlerinde Valiliğin çatısına çıkarak, intihar etmek istedi.


VALİLİK BASIN AÇIKLAMASI AYNEN ŞÖYLE:


“Trabzon Valiliği’ne gelerek yardım talep eden ve daha sonra intihar teşebbüsünde bulunan Doğan U. ile ilgili olarak aşağıdaki açıklamanın yapılması uygun görülmüştür.


10.01.1981 doğumlu, Karabük Cumayanı Köyü nüfusuna kayıtlı ve Cumayanı Köyü Merkez/Karabük adresinde ikamet eden Doğan U. isimli vatandaş Trabzon Valiliğine kızı Selcan U.'un ilik kanseri hastası olduğunu belirtmiş ve yardım talep etmiştir. Kızının hastanede yattığı, ilacını karşılayamadığı için mağdur duruma düştüğü ve çeşitli illerde yerel basın-yayın organlarında mağduriyeti ile ilgili haberler çıktığını beyan ederek, yardım talebinde bulunan şahsın çelişkili ifadeleri göz önüne alınarak araştırma yapılmıştır.


Yapılan araştırmaların sonucunda söz konuşu şahısla ilgili olarak;


1.Şahsın eşi Gülsüm U. adına Karabük Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'nda yardım dosyası bulunduğu ve bu vakıf aracılığı ile yardım yapıldığı anlaşılmıştır. Adı geçen Vakıf ile yapılan görüşmede kızının hasta olduğu ve tedavi için yardım talebi ile ilgili bir bilgi ve talep olmadığı bildirilmiştir.


2.Söz konusu şahsın kızının hasta olduğunu ve İstanbul Şişli Etfal Hastanesi'nde ilik kanseri sebebi ile yattığını ifade ettiği beyanın gerçek dışı olduğu ve bu hastanede böyle bir hastanın bulunmadığı bizzat ilgili hastane ile görüşülerek, tespit ve teyit edilmiştir.


3.Yeşil Kartlı vatandaşların Yeşil Kart kapsamında karşılanmayan ilaç ve protez bedelleri miktarı ne olursa olsun ailenin ikamet ettiği vakıf tarafından karşılanmaktadır.


Yapılan değerlendirmede bu ve benzeri şahısların illeri dolaşarak kamu kurumlarını ve hayırsever vatandaşlarımızın iyi niyetlerini suiistimal ederek, maddi çıkar sağlamaya çalıştıkları değerlendirilmektedir” denilmektedir.

(VB-16.05.2011 Pazartesi)

KUR'AN SEMPOZYUMU HERKESİ BÜYÜLEDİ

 Sempozyuma Arap ülkelerinden, Afrika'dan ve Uzakdoğu'dan birçok Müslüman bilim adamı iştirak etti. Katılımcılar, Türkiye'de gördüklerinden etkilendiklerini belirterek, bu hislerini ülkelerine gidince paylaşacaklarını ifade ettiler.



Uluslararası Kur'an ve Bilimsel Hakikatler Sempozyumu dün sona erdi. Sızıntı, Yeni Ümit ve Hira dergilerinin düzenlediği İstanbul'daki 2 günlük toplantı, Arap ülkeleri, Afrika, Uzakdoğu ve Türkiye'den bilim adamlarını ağırladı.


Bilimsel gerçeklerle Kur'an arasındaki uyumun örnekler üzerinden anlatıldığı sempozyumun kapanışında önemli tespitlere yer verildi. Prof. Suat Yıldırım,

"Bu toplantı kâinat kitabının Kur'an ışığında okunması işini yapmıştır." derken, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Hamza Aktan, hem dinî hem de müspet ilimlerle ilgilenen uzmanların bir araya gelmesinin önemine işaret etti. Mısırlı Prof. Hamid Atiyye Muhammed ise sempozyumun Müslüman bilim adamlarını harekete geçireceğine dikkat çekti: "Bundan sonra İslam uleması Kur'an'dan hareketle yeni bilimsel gelişmelere imza atacak."


Sızıntı, Yeni Ümit ve Hira dergileri tarafından düzenlenen ve Kur'an ile modern bilimler arasındaki ilişkinin ele alındığı "Uluslararası Kur'an ve Bilimsel Hakikatler" sempozyumu ikinci gününde sunumlarla devam etti.


İslam ülkelerinden ve Türkiye'den bilim adamı ve davetlinin katıldığı sempozyumda, Kur'an-ı Kerim'de işaret edilen çocuğun iki yıl emzirilmesi, hayvanlarda sütün oluşumu, tefekkür ve mucize arı, karınca ve enformasyon teorisi arasındaki ilişki, nuraniyet ve kuantum gibi konularda tebliğler sunuldu. Tebliğlerde ve yapılan değerlendirmelerde Kur'an-ı Kerim'in modern bilimlerdeki buluşlar ile bilimsel gerçeklere kaynaklık ettiği, bilimsel gelişmelerin Kur'an'ın İlahi bir kelam olduğunu tasdik etttiği dile getirildi.


Emzirme hem çocuk, hem de anne için önemli


Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Bakır, "Çocuğun iki yıl emzirilmesi" adlı tebliğinde anne sütüyle ilgili Kur'an-ı Kerim'de geçen ayetlere ve anne sütünün çocuk, anne ve toplum sağlığı açısından önemine dikkat çekti.

Lokman Sûresi'nin 14. ayeti ile Bakara Sûresi'nin 233. ayetinde annelere çocuklarını 2 yaşına kadar emzirmelerinin tavsiye edildiğini dile getiren Bakır, bugün gelinen noktada yapılan objektif bilimsel çalışmaların da bu durumu ispatlar nitelikte olduğunu kaydetti.

Bakır, ABD'de yapılan bir araştırmaya göre, anne sütü alan bebeklerde ölüm oranının yüzde 20 daha az görüldüğünü söyledi. Anne sütünün insan için yaratıldığını belirten Bakır şunları söyledi:

"Anne sütünde protein miktarı azdır. Çünkü bebeğin o yaşta çok fazla proteine ihtiyacı yoktur. Eğer bebek o yaşta keçi sütüyle beslenmiş olsaydı bebeğin böbreği bunu kaldırmazdı. Bebeğin demire ihtiyacı olduğu için anne sütündeki demirin bebeğe geçişi inek sütünden 5 kat daha fazladır.

Filipinler'de yapılan araştırmalar ishal oranının anne sütü alan bebeklerde daha az görüldüğünü ortaya koyuyor. İskoçya'da yapılan bir araştırmaya göre de solunum yolu enfeksiyonları anne sütüyle beslenen bebeklerde daha az görülüyor.

Bunların dışında obeziteyi önlemesi, zekâ düzeyini olumlu yönde etkilemesi, annelerin doğumda aldığı kiloları rahat vermesi, meme kanserini önlemesi ve sağlık harcamalarını azaltması gibi faydaları bulunmaktadır.

Araştırmalarda, ABD'de eğer bebekler anne sütüyle beslenmiş olsa sağlık harcamalarının 3,6 milyar dolar azalacağı öngörülüyor."


İnek sütüne yakın süt üretmek için koca bir fabrika kurmak gerekir


Sempozyuma Mısır'dan katılan Prof. Dr. Hamid Atiyye Muhammed de hayvanlarda sütün oluşumuna ilişkin bir sunum yaptı.

Bir ineğin sütüne yakın bir süt üretebilmek için bir futbol sahası büyüklüğünde fabrikanın kurulması gerektiğini belirten Mısırlı profesör, bir litre sütün oluşabilmesi için tam 500 litre kanın hayvanın memesinden geçmesi gerektiğini kaydetti.

Kur'an-ı Kerim'de deveden sıkça bahsedildiğini aktaran Muhammed, devenin hem binek aracı hem de etinden ve sütünden faydalanılan yegane mübarek bir hayvan olduğunu ifade etti. Devenin 2 hafta yemek yemeden, su içmeden ve 50 derece sıcaklıkta yaşayabildiğini belirten Muhammed,

"Anlayana devede çok büyük dersler var. Devenin kafatasındaki havalandırmalı kemik yapısı bir anlamda klima görevi görüyor. Sıcak havayı soğutarak beyne zarar vermesini önlüyor. 10 saat durmadan yürüyebiliyor. Tüm bunlar Kur'an'da devenin isminin bir hikmete binaen geçtiğini gösteriyor" dedi.


"Mucize ve Tefekkür: Arı" konulu bir tebliğ sunan Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi Biyoloji Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İrfan Yılmaz, Kur'an-ı Kerim'de arı ile ilgili surenin (Nahl) enteresanlığının surenin sıralanışıyla başladığını belirtti.

Yılmaz, "Nahl Sûresi Kur'an-ı Kerim'e ilâhî hikmet gereği 16. sure olarak yerleştirilmiş ve bal arısının kromozom sayısı da 16. Sanki daha ilk başta surenin mucizevî durumuna biyolojik bir hakikatla dikkat çekiliyor" diye konuştu.


Sempozyumun 2. gününde sunulan tebliğlerin bazıları şunlar: Prof. Dr. Murat Güler tatlı-tuzlu su arasında perde olması, Yard. Doç. Dr. Hüseyin Akyüzoğlu Taberi'de kevni ayetlerin tefsiri,

Dr. Aslan Mayda meninin yaratılması, Fas'tan katılan Prof. Dr. Abdulmecid Belabid çekirdeğin fizyolojisinin oluşumu, Doç. Dr. Özhan Kayacan karınca ve enformasyon teorisi açısından kainata bakış, Prof. Dr. Yunus Çengel nuraniyet ve kuantum alemi... Sempozyum sunulan tebliğlerin ardından kapanış değerlendirmeleri yapılarak sona erdi.


Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hamza Aktan:


Uzmanların tebliğ sunması çok önemli


Bu sempozyumun, bizleri heyecanlandıran ve Rabb'imizin kitabına sahip oluş mutluluğunu tattıran bir yönü var. Dünyanın muhtelif ülkelerinden hem dinî hem de müsbet ilimlerle ilgilenen, branşlarında uzman bilim adamlarının böyle bir sempozyumda tebliğ sunması son derece önemli.


Mısırlı Prof. Dr. Hamid Atiyye Muhammed:


Bu sempozyum Müslüman bilim adamlarını harekete geçirecek


Türkiye'deki bilim adamları ile Müslüman dünyasının ilim adamları kaynaşma fırsatı buldu. Sadece Türkiye'de değil, diğer İslam ülkelerinde de düzenlenmeli. Bu sempozyumun en önemli sonucu da inşallah 500 yıldır sessizliğini koruyan Müslüman ilim adamlarını harekete geçirecek olması. Ümit ediyorum ki bundan sonra İslam uleması Kur'an'dan hareketle yeni bilimsel gelişmelere imza atacaklardır.


Faslı Prof. Dr. Abdulmecid Belabid:


Hocaefendi'nin ektiği tohumların ağaç olduğunu gördüm


Fethullah Gülen Hoca'nın ektiği tohumların ağaç olduğunu görüyoruz. Bu sempozyumu yaşları çok genç olan kişiler organize ediyor. Gerçekten bu delikanlılardan öğrenecek çok şey var. Sizinle beraberiz. Fethullah Gülen projesi toplum projesidir, sizler de bu yolda devam ediniz.


Prof. Dr. Suat Yıldırım:


Bu toplantı Kainat kitabını Kur'an ışığında okunması işini yapmıştır


Toplantı daha çok pozitif ilimler denilen ve çağdaş bilimler alanında uzman bilim adamları tebliğ sundular. Tebliğlerde Kur'an'ı Kerim'in indirildiği zamanda bilinmeyip de asırlar sonra daha iyi anlaşılan ve müspet ilimlerdeki gelişmeler neticesinde daha iyi açığa çıkan konuları ele alındı. Kuran'ı Kerim Cenab-ı Allah sadece belli bir asır için göndermedi. Kıyamete kadar gelecek bütün nesillere, bütün ihtisas sahiplerine ve bütün bilimsel seviyelere hitap edecek şekilde bir rehber olarak göndermiştir. Kur'an'ı Kerim'in birçok ayeti, Kur'an'da ima ve işaret edilen bir takım gerçeklerin Kur'an'ın nazil olmasından asırlarca sonra daha iyi anlaşılacağını bildirmektedir.


Fussılat Suresinin son 53. Ayetinde anlam olarak şöyle buyurulmaktadır:


Ben insanlara ayetlerimi Kur'an'ın delillerini, Kur'an'ın hak olduğunun delillerini gerek dış dünyada gerek kendi öz varlıklarında göstereceğim. Taki onlar da bu Kur'an'ın Allah katından gönderilmiş bir gerçek olduğunu iyice bilecekler. Bu ayet bildiriyor ki; Kur'an'ın nazil olmasından çok sonra Kur'an'da birtakım daha sonraki ilmi gelişmelerle daha iyi anlaşılacak hususlar ortaya çıkacaktır. Bu toplantımızda Kur'an'ı Kerim'deki bu kabil bazı konular o ilim alanının uzmanları tarafından araştırılarak bir tebliğ halinde sunuldu. Bildiğimiz üzere Kur'an'da 750 kadar ayet vardır ki onlar akla hitap eder ve ilme havale edilir. Bunlar üzerinde iyi düşünülmesi istenir. Kur'an'ın terminolojisinde iki kitap vardır. Birincisi bu büyük kainat kitabıdır. Allah'ın irade sıfatından gelmektedir. Bazılarının tabiat dediği kitap. Öbür kitap ise Cenab-ı Hakk'ın Kelam sıfatından gelen ve semadan indirilen Kur'an'ı Kerim'dir. Her ikisinin de kaynağı aynı zattır. Allah Kur'an'ı Kerim'i büyük kainatın bir açıklayıcısı olarak göndermiştir. Kainatın bir nevi kullanma klavuzu olarak gönderdi. İşte bu toplantı bu kainat kitabının Kur'an ışığında okunması işini yapmıştır. Mesela zoolojo, jeoloji, astronomi ve kimya gibi alanlarda uzmanlaşmış, araştırma yapmış bazı bilim adamlarımız Kuran'da temas edilen bu meseleleri yeni keşiflerin ışığı altında inceleyen tebliğler sundular. Bu tebliğlerle bunları görenler Kur'an'ı Kerim'in Allah katından olduğuna daha bir inancı ve yakini artırıyor ve Kur'an'ın emrettiği tefekkür gerçekleşiyor. Tefekkürü bu şekilde gerçekleştirmiş oluyoruz.


Burada bir konuya da dikkat çekmek gerekiyor. Bazıları yapılan işin sadece müspet ilimlerde birtakım keşifler yapılmış olup bittikten sonra Müslümanlar "Bu Kur'an'da da var" diyorlar şeklinde düşünülüyor. Bu da mucizevi bir özelliktir. Ancak bizim bu çalışmamız sadece bununla yetinmiyor. Kur'an'ı Kerim'de bir kısım ayetler hedef gösteriyor. Bakın size bir ipucu veriyorum Bu konuda çalışın bazı güzel neticeler var diyor. Kur'an'ın her bir ayeti tek bir gayeyi taşımaz. Birden fazla eğitici özellikleri de taşıyabilir.


Kaynak: Zaman


HABER: www.timeturk.com - 16 Mayıs 2011 Pazartesi - 12:04

KÂİNAT, KUR'AN'IN EN BÜYÜK TERCÜMANIDIR


'Uluslararası Kur'an ve Bilimsel Hakikatler-2' Sempozyumu dün İstanbul'da başladı. Sempozyuma İslam ülkelerinden ve Türkiye'den 1.200'e yakın bilim adamı iştirak ediyor.

 

Sızıntı, Yeni Ümit ve Hira dergilerinin ortaklaşa tertiplediği "Uluslararası Kur'an ve Bilimsel Hakikatler-2" Sempozyumu dün İstanbul'da başladı.


Sempozyuma İslam ülkelerinden ve Türkiye'den 1.200'e yakın bilim adamı iştirak ediyor. Toplantının açış konuşmasını yapan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, kâinatın ibadet eden bir Müslüman olduğunu ve bizim, onu çok iyi okumamız gerektiğini söyledi.


Bu yıl ikincisi düzenlenen "Uluslararası Kur'an ve Bilimsel Hakikatler-2" sempozyumu, Fırat Kültür Merkezi'nde (FKM) başladı. Sempozyumda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, insanların Kur'an-ı Kerim'i okudukça ve dinledikçe imanlarının arttığını belirterek, nehirleriyle, dağlarıyla, taşlarıyla ve tüm varlığıyla kâinatın Müslüman olduğunu söyledi.


Sızıntı, Yeni Ümit ve Arapça yayımlanan Hira dergileri tarafından organize edilen, Kur'an'la modern bilim ilişkisinin ele alındığı iki gün sürecek sempozyuma, alanında önemli çalışmalar yapan bin 200'e yakın bilim adamı katılıyor. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, insanı küçük kâinata, tabiatı da büyük kâinata benzetti.

Kur'an'ın insana varoluş gayesini öğrettiğini belirten Görmez,

"Kur'an, insana hayatın manasını öğretir. Nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi öğretir. Kâinatın dilini ve sırrını ortaya koyar." dedi. Görmez, insanoğlu gibi insanların içinde yaşadığı kâinat ve tabiatın Müslüman olduğunu söyledi. Görmez, "Yerde ve gökte var olan her şey Allah'a teslim olmuştur. Kur'an'ın en büyük tercümanı, müfessiri kainatın kendisidir" diye konuştu.


Görmez, Batı'daki bilimsel gelişmelerin sonuçlarını temel alarak Kur'an'ın da bunları çok önceden bildiğini ve onlarla çelişmediğini ortaya koyma çabasının doğru bir çaba olmadığı görüşünü dile getirdi. Bilimin ortaya koyduğu sonuçların hiçbir zaman varlık dünyasını doğru açıklamak için son nokta olmadığını aktaran Görmez,

"Bu gerçeği daima göz önünde bulundurmak gerekiyor. Kur'an'ın bu bakışla tefsiri ve anlaşılması çabası Kur'an'ı bir bilimler ansiklopedisi gibi ele alma çabasına zaman zaman dönüşebilmektedir. Oysa Kur'an'ın asıl amacı, insana bilim ve teknoloji öğretmek değildir. Kur'an, insana bilgiyi ve teknolojiyi ahlaklı bir şekilde nasıl kullanacağını öğreten bir kitaptır" şeklinde konuştu.


Sempozyuma Senegal'den katılan Ümmet Âlimleri Birliği Genel Direktörü Prof. Dr. Abdülaziz Kene, sempozyumun Müslümanlar olarak sorumluluklarını kendilerine hatırlattığını aktardı. Fethullah Gülen'i asrın müceddidi olarak niteleyen Kongo Cumhuriyeti Orta, Doğu ve Güney Afrika İslam Birliği Başkanı Abdullah Mangala, Gülen'e "Kardeşim" diye hitap etti.

Bezmi Alem Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Adnan Yüksel ise insan vücudu ile ilgili ilginç verilere dikkat çekti. İnsan vücudunda 100 trilyon hücre bulunduğunu ve saniyede vücudumuzda 50 milyon hücrenin değişim gösterdiğini ifade eden Yüksel, bir günde 4 trilyona yakın hücrenin değişim gösterdiğini ve bir hücrede saniyede 5 bin fonksiyon görüldüğünü vurguladı.

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hamza Aktan, Yeni Ümit Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dr. Ergün Çapan ile Hira Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Savaş da birer konuşma yaptı. Açılış konuşmalarının ardından Uluslararası İ'câz-ı İlmî Komisyonu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Abdullah bin Abdulaziz el-Muslih açılış konferansı verdi.


Fethullah Gülen Hocaefendi'den mesaj: Gelecek, Kur'an'a açık yıllar olacak


Uluslararası Kur'an ve İlmi Hakikatler Sempozyumu'na mesaj gönderen M. Fethullah Gülen Hocaefendi, katılımcılara ve sempozyumu düzenleyenlere tebriklerini iletti. Hocaefendi, mesajında şunlara dikkat çekti:


"Günümüzde pek çok düşünür, gelecek yılların Kur'an'a açık yıllar olabileceği hususunda hemen hemen ittifak halindedir. Aslında, az dikkat edildiğinde, içinde bulunduğumuz çağın, düşünce ve tasavvurlarımızın üstünde bir süratle Kur'an'a doğru kaydığı hemen sezilecektir. Geleceğin Kur'an devri olmasını çok görmemek lazım. Zira Kur'an, geçmişi bugünle, bugünü de yarınla bir arada görüp bilen bir Zat'ın kelamıdır. Kur'an, dünden bugüne kendisine gönül verenleri aldatmayacak, hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Zira, inanıyoruz ki, zihinler müsbet fenlerle aydınlandığı, gönüller Hak marifetiyle şahlandığı ve varlık, ilim ve hikmet adesesi altında tetkik ve araştırmaya tabi tutulduğu sürece, ilimler adına verilen her hüküm Kur'an'ın ruhuna uygunluk içinde cereyan edecektir... Öyle zannediyorum ki, çok yakın bir gelecekte insanlığı takdir ve hayranlık dolu bakışları altında, Kur'an okyanusuna doğru ilim, teknik ve sanat çağlayanları esas kaynaklarına dökülüp onunla bütünleşince, alimler, araştırmacılar ve sanatkarlar da, bir kere daha kendilerini o deryanın içinde bulacaklardır."


Haber: www.timeturk.com - 15 Mayıs 2011 Pazar - 08:42