'Artık yeni bir dönemin başladığını, yeni bir tarihin yazıldığını kabul etmek ve yeni Türkiye'ye alışmak gerekiyor bence' diyen Amerikan Türk Konseyi (ATC) Richard Armitage ile USA Sabah'tan İsmihan Yılmaz'ın röportajı.
İŞTE RİCHARD ARMİTAGE İLE İSMİHAN YILMAZ'IN RÖPORTAJI:
Hem Türkiye'de hem de ABD'de bu sonucu Ak Parti hükümetinin bundan sonra daha da totaliterleşeceği yolunda bir işaret olarak yorumlayanlar oldu. Siz bu türden bir işaret görüyor musunuz Ak Parti hükümetinde?
Bence bu politik mücadelede kaybedenler böyle düşünüyorlar. Böyle düşünen Amerikalılar Türkiye'yi eski gözlüklerle görmeyi arzulayanlar. Bunlar Türkiye'nin ekonomik olarak güçsüz, NATO üyesi olmaktan başka bir özelliği olmayan bir ülke olduğu günleri özlüyorlar. Kendinden başka bir şeyle uğraşacak enerjisi olmayan, dış politikasını şu anda olduğu gibi 360 derecelik acıyla göremeyen bir Türkiye'yi tercih ediyorlar. Bu yüzden Türkiye'nin mevcut durumundan korkmaları çok doğal.
Ama aralarında benim de olduğum çoğunluk için Türkiye'nin böylesine canlı, kendine güvenen, ekonomik olarak çok daha etkin olması çok sevindirici bir durum. Artık yeni bir dönemin başladığını, yeni bir tarihin yazıldığını kabul etmek ve yeni Türkiye'ye alışmak gerekiyor bence.
EEDOĞAN 'TOUGH GUY'
Bir önceki sorunun devamı olarak, Başbakan Erdoğan hakkındaki fikrinizi öğrenmek istiyorum? Şimdiye kadarki izlenimleriniz ışığında ne düşünüyorsunuz Erdoğan hakkında?
Kendisini yakından tanımıyorum tabii ama izlenimlerime dayanarak Erdoğan'ın bir "sokak savaşçısı" (street fighter) olduğunu düşünüyorum ve bunu bütünüyle olumlu bir anlamda söylüyorum. Sokak savaşçısı olmanın Amerikan dilindeki karşılığı "tough guy" dır. Yani, bulunduğu yerde varlığını hissettiren, düşündüğünü söylemekten çekinmeyen, kalabalıktan farklı şeyler söyleyebilen ve söylediğini yapan biri. Tabii, siyaseten de bir halkçı olduğunu da eklemek lazım.
Model ortaklık konusuna ne oldu sizce? Obama 2008'deki Ankara konuşmasında gündeme getirmişti bu kavramı ilk olarak, ama devamı gelmedi. Ne diyorsunuz bu konuda?
Öncelikle Başkan Obama'nın bu girişimine son derece saygı duyduğumu belirteyim. Türkiye gibi ekonomik, kültürel ve sosyal gelişmeler anlamda bütünüyle doğru bir yönde ilerleyen seküler-Müslüman bir ülke ile diğer Müslüman ülkeler için modellik teşkil edecek bir ilişki biçimi geliştirme çabası çok önemli. Ancak, ne yazık ki, ne başkan Obama ne de Başbakan Erdoğan "model ortaklık" ifadesiyle ne kastedildiğini o zaman da tam olarak bilmiyorlardı galiba. Amerikan tarafında bunun neden böyle olduğunun nedeni sanırım Başkan Obama'nın etrafındaki bürokrasinin bu fikri hazırlığa dahil edilmemiş olmasıydı. Dolayısıyla, model otaklığın ne anlama geldiğini kimse bilmiyordu ve hala da yeterince açıklığa kavuşturulmuş değil gördüğüm kadarıyla. Ben kişisel olarak model ortaklık fikrine değer veriyorum ve bu heykele artık bir kıyafet giydirmenin zamanı geldiğini düşünüyorum.
YENİ TÜRKİYE'DEN RAHATSIZ OLANLAR AZINLIKTA
Son zamanlarda Washington'da düşünce kuruluşlarında ve ilgili resmi kuruluşlarda bir kısmı kapalı kapılar ardında bir kısmı açık Türkiye toplantıları yapılıyor, Türkiye'nin mevcut dış politikasının ne anlama geldiği tartışılıyor. Hem ABD'de hem de Türkiye'de bu toplantılardaki ana eğilimin Türkiye'yi "kara listeye" almak yönünde olduğunu iddia edenler var. Sizin izleniminiz nedir?
Sözünü ettiğiniz kapalı toplantılardan birine ben de davetliydim ve katıldım. ABD tarafında böyle bir eğilimin ağırlıklı olduğu görüşüne asla katılmıyorum, bence tersine çoğunluk yeni Türkiye'yi anlama konusunda ciddi mesafe kat etmekte. Bence bu yönde çok anlamlı bir gelişme yaşanıyor. Tabii ki Gazze yardım gemisi olayı esnasında gerilimler oldu, İran konusunda yanlış anlamalardan kaynaklanan iletişimsizlik oldu, bütün bunlar olurken Türkiye PKK saldırıları yüzünden oldukça sıkıntılı zamanlar geçirdi ve sanırım bütün bunlar bir araya gelince iki tarafta da ciddi bir kaygı yığılmasına neden oldu. Ama geldiğimiz noktada ABD yönetiminin yeni Türkiye ile nasıl bir ilişki kuracağı konusunda daha net bir anlayış geliştirmeye başladığını görüyorum.
Sözünü ettiğim toplantıda da bu anlayış netliği belirgin bir şekilde izlenebiliyordu. Katılımcıların çoğu yeni Türkiye'yi anlamış ve ona göre ne yapılması gerektiğini konuşuyorlardı. Bu çoğunluk şunun farkında: Türkiye halkı değişti, artık daha muhafazakâr bir halk var. Bu iyi veya kötü olarak nitelendirilebilecek bir şey değil, sadece bir vaka. Türkiye işleyen bir demokrasiye sahip, PKK sorunu çok sıcak bir şekilde yaşanıyor ama bu sorunu çözmek için kararlı; hem askeri hem de sivil inisiyatif enstrümanlarını eş zamanlı olarak etkili bir biçimde kullanmaya çalışan bir başbakan var. Artık Kürtçe gazete yayınlanabiliyor, Kürtçe yayın yapan TV kanalı var.
Bunlar görülüyor artık ve tekrar etmek gerekirse, ABD' de çoğunluk yeni Türkiye gerçeğini kavramaya başladı ve bunu yapıcı bir şekilde nasıl kullanacaklarını hesap ediyorlar. Daha önce de ifade ettiğim gibi, bir de eski Türkiye'yi özleyen ve geri isteyen azınlık var ABD'de.
ESKİ TÜRKİYE'Yİ İSTİYORLAR, ÇÜNKÜ?
Çünkü eski Türkiye ile iş yapmak daha kolaydı, daha öngörülebilirdi eski Türkiye. Bu yüzden yeni Türkiye'den rahatsızlar. Dolayısıyla, bütün samimiyetimle söylüyorum, benim gözlediğim kadarıyla, Amerika'da yönetim çevrelerinde ve düşünce kuruluşlarında çoğunluk yeni Türkiye'yi anlayıp kabullenme noktasında epeyce mesafe kat etmiş durumda.
Ama bu toplantılarda üzülerek şunu görüyorum: Görüşlerine başvurulmak üzere orada bulunan bazı uzmanların kendi gizli gündemleri oluyor. Aslında buna dünyanın her yerinde rastlanabilir, bu türden toplantılarda kendi özel gündemi olan uzmanlar olabilir ama burada önemli olan görüşlerine başvurmak üzere çağırdığınız uzmanın bu gündemi açık etmesidir ki böylece diğerleri bu kişinin söylediklerini değerlendirirken bu özel gündem payını dışarıda bırakabilsin.
BAZI UZMANLARIN GİZLİ GÜNDEMLERİ VAR
Katıldığınız toplantıda Türkiye konusunda gizli gündemi olan bir uzman ya da uzmanlar mı vardı?
Dediğim gibi, kendi gündemi olmasından daha önemli olan bunu açık edip etmediği bence. Uzman sıfatıyla orada oturup gizli bir gündem peşinde olamazsınız. Bu yüzden, söz konusu ister Türkiye olsun ister başka bir ülke, bu tür toplantılarda dikkatli olunması gereken bir durum bence.
ABD TÜRKİYE'NİN ARABULUCULUĞA DEVAM ETMESİNİ İSTEDİ
Buradan İran konusuna geçelim isterseniz. Geçen yıl yaklaşık bu günlerde Ankara'da bir basın toplantısında "Türkiye İran konusunda ne yaptığını biliyor bence" demiştiniz. Hala aynı düşüncede misiniz?
Evet, hala böyle düşünüyorum. Türkiye'ye bu konuda neden güvendiğimi izah edeyim: Bir kere öncelikle Başbakan Erdoğan'ın Ahmedinejat'ın sırtına koyup "en iyi dostum" demesinden pek hoşlandığımı söyleyemem, ama bu onun bileceği bir şey, benim değil. Ben bu ifadeyi sarf ettiğimde Türkiye İran ile daha yeni görüşmelere başlamıştı ve ABD de bu görüşmeleri teşvik ediyordu. Ama sonra biz fikrimizi değiştirdik ve sorunlar başladı. Ama şimdi bana anlatılanlara göre Türkiye'nin yeniden İran konusundaki girişimleri sürdürmesi istendi. Eğer ABD Türkiye'ye bu konuda güvenmiyor olsaydı görüşmelere devam etmesini talep eder miydi?
REAPER SATIŞLARI KONUSUNDA TEHDİT YOK
Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerilimlerden biri de "reaper" füzelerinin alımı noktasında yaşanıyor biliyorsunuz. Gazze yardım gemisi olayından sonra Başkan Obama'nın Erdoğan'ı İsrail'le ilişkileri düzeltmezseniz Kongre'den reapar füzeleri için izin çıkmaz şeklinde tehdit ettiği öne sürüldü. Bu doğru ise eğer, ATC'nin Kongre'nin bu kararını Türkiye lehinde etkileme şansı nedir?
Benim bildiğim kadarıyla, yönetim reapar'ları satma konusunda kararlıydı ama mevcut şartlar altında, seçimler bu kadar yaklaşmışken ve İsrail ve İran konusunda bazı çevrelerde bu kadar hassasiyet oluşmuşken Kongre üyelerini böylesi bir satış için ikna etmenin çok zor olacağını gördüler. Ama bu Obama yönetiminin satışın gerçekleşmesi için Türkiye'ye bir takım şartlar koştuğu anlamına gelmez. Benim anladığım kadarıyla daha ziyade bu konuda Kongre'nin olumlu bir karar vermesi için uygun zamanlama bekleniyor. Ancak o an şimdi değil görünüşe göre, çünkü şu anda herhangi bir Kongre üyesinin Türkiye'ye yakın görünmekle elde edebileceği hiç bir şey yok ama kaybı olabilir. Bu bir vaka, bunu böyle görmemiz gerekir. Kasım seçimlerinden sonra işlerin olumlu yönde değişmesini umabiliriz.
TÜRKİYE HAYIR DERSE BAŞKA BİR ÇÖZÜM BULUNUR
ABD Türkiye'den muhtemel bir İran saldırısına karşı kurulmasını istediği füze kalkanı projesine dahil olmasını ve Türkiye'de de füze kalkanları yerleştirilmesini istiyor. Türk yetkililer ise bu konuda ortak bir NATO pozisyonu oluşmadıkça bu işin bir parçası olmakta gönülsüz gorünüyorlar. Son tahlilde Türkiye bu talebe kesin olarak hayır derse ne olur? Türk-Amerikan ilişkileri nasıl etkilenir bundan? (Bu arada, Füze kalkanı yerleştirilmesi konusunun 9-20 Kasım 2010 tarihlerinde Portekiz'in başkenti Lizbon'da NATO zirvesinde karara bağlanması planlanıyor. İ.Y.)
Türkiye hayır derse, bu Türkiye'nin bileceği bir şeydir. Sonuçta kendi güvenlik koşullarını kendileri daha iyi değerlendirirler. ABD yönetiminin hoşuna gitmez bu karar, ilişkiler de elbette bir tansiyona neden olur ama üstesinden gelinemeyecek derecede bir krize dönüşmez, dünyanın sonu gelmez yani. Türkiye'nin bu kararına göre yeni bir çözüm aranır.
Peki, siz kişisel olarak bu füze kalkanı sisteminin İran nezdinde gerçekten caydırıcı olacağına inanıyor musunuz? Tersine İran'ın güvenlik algısını iyice irite edip nükleer program konusundaki kararlılıklarını artırmaz mı?
Bütün bu füze kalkanı projesinin arkasındaki mantık şu: Eğer geliştirmekte olduğunuz nükleer silahları kullanmaya teşebbüs ettiğinizde, onları tamamen etkisiz hale getirecek, durduracak kalkanlarla kuşatılmış iseniz, sonuçta işe yaramayacak üstelik de sizi uluslararası alanda bu kadar izole eden, böylesine masraflı bir girişime niye devam edesiniz? Yani bütün amaç İran'ı bu anlamda caydırmak.. Ama bunun tersine İran'ın kararlılığını artıracak yönde bir etkisi olup olmayacağını bilemem.
TÜRKİYE KAFKASLARDAKİ TANSİYONU DÜŞÜRMELİ
Son olarak, Kafkaslar'daki silahlanma yarışı hakkında fikrinizi almak istiyorum. Son on yılda Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan silah alımına ayırdıkları bütçeyi ortalama 5 katına çıkarmış durumdalar. Bölgede zaten mevcut olan gerilimi de hesaba katarsak bölgenin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Kafkaslar'ın geleceği anlamında son derece kaygılı olduğumu belirteyim önce. Nagorno-Karabağ sorunu devam ederse ki su noktada iyiye gideceğine dair bir işaret yok, gerilim giderek tırmanacak demektir. Ama tabii bu bölgede her an her şey olabilir, yarın Aliyev ve Ermenistan devlet başkanı çıkıp 'biz bu sorunu çözüyoruz" da diyebilirler. Su anda bütün bir bölgenin kafası Türkiye ve Ermenistan ilişkilerindeki çözümsüzlükten dolayı karışık. Gürcistan iç politikası özellikle 2006'daki Rus müdahalesinden sonra oldukça kırılgan.
Azerbaycan'ın Türkiye ile tarihsel olarak çok iyi ilişkileri var ama onlar da Ermenistan'la son durum konusunda ne yapacaklarını bilmiyorlar. Türkiye'nin kararlı ve yapıcı bir şekilde elinden geleni yapıp bu yüksek tansiyonu düşürmesini umuyorum.
www.timeturk.com - 07 Temmuz 2011 Perşembe - 18:48
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder